• BIST 9456.53
  • Altın 2496.393
  • Dolar 32.5976
  • Euro 34.8183
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 20 °C
  • Van 16 °C

Tassavvurumuz ve Tasdikatımız

Nihat Gür

 

                             

 

Tecrübe edinilmiş olan, yaşanan ve yaşanması mümkün olanların kişiliğimizde bir değer ifade edebilmesi için bir değerler dizgesi oluşturulması gereklidir. Mantık düşünmenin ilmi ve tasavvurlarımızda düşüncenin mahsulü olduğuna göre bildiklerimizi mantık ilminin süzgecinden geçirerek belirlemeliyiz. Düşünce dünyamız bilgi kapasitemizin sınırları ile çevrili bir özgürlüğe sahiptir. Bu sınırlar içersinde akledebilir ve olana anlam yükleyebiliriz.

 

Fikirlerin birleşme ve ayrılmaları, hayatımızdaki kavramlar arası ilişki, nesnelerin özü ile ilgili nazariyelerimiz hep düşünmek ile ilgilidir. Düşünmek bilmenin bir şeklidir, düşünmek için bilmek,  bilmek için niçin ve nedenlerimiz canlı ve aktif olmalıdır. Düşünme; kıyaslamak, analiz etmek, birleştirmek ve her şeyden öte her şeyin anlam vereni olan, yoktan vareden Yüce Yaradan’ın kulluk kıstasları ile uyumlu olabilmektir. Düşünce dünyamızın özgürlük sınırlarının kırmızı çizgilerini çizen kırmızı kalemin yön vereni, mantık işleyişimizin kılavuzu Rabbimiz ile olan muhabbetimiz olmalıdır. Bu muhabbeti mantığımızın ekseni haline getirerek gücümüzün yettiğini en üst derecede ifa ettikten sonra, tevekkül ile Kadir olan Rabbimiz ile aramızdaki muhabbete güvenerek sebat ile sürekliliği devam ettirmeliyiz.

 

İslam mantıkçıları, mantığın konusunu tasavvurat ve tasdikat bölümlerine ayırırken bu bölümlerin esasları ve amaçlarını da belirtmişlerdir. Tasavvuratın esası: Kök, neden, gelişim süreci, yarar ve zarardır. Amaçları ise; Tarif, had ve resimdir.

 

Tasdikatın esası: Önermelerdir. Amaçları ise; Kıyas, burhan, cedel, şiir ve hitabettir.

 

Tasavvurat ve tasdikatımızı her zaman gelişime ve bilgi ehli olanlar ile mücadelenin içersinde olan tüm birey ve yapıların katkılarına açık tutabilmeliyiz. Tasavvurat ve tasdikatımızı aitlik duygusu ile güçlendirerek bu güç ile genelin birlikteliği hizmetine sunulan bir değer olarak savunabilmeliyiz. Yaşadıklarımızı düşünme ilmi olan mantık ile değerlendirerek makul bir şekilde meçhul olanı tanım ve kıyas ile tasdik edebilmeliyiz. Tecrübî bilgilerimiz ile şimdiki zamanı kıyas ve tanım çerçevesinde değerlendirerek inandığımız değerler ışığında var etmek istediğimiz geleceğimizin yol işaretlerini koymaya çalışırken, İlahi olan asıl işaretleri ıskalamamaya dikkat etmeliyiz.

 

Haklarımız için mücadele ederken, bazen nefsi duygularımız ile asıl olan yol işaretlerini es geçebiliyoruz. Burada devreye girecek olan mantığımız, bilgi sahibi olan ve bizimle aynı sıkıntıları yaşayan yol arkadaşlarımızın mantığı ile kıyaslama ve tanımlama yapacak olan devrelerimizi sonuna kadar açık tutma bilgisi ile donanımlı olma uyanıklığında olmalıdır.

Bir olgu ve ya olaya, bir nesne ve ya canlıya bakışımız düşünce dünyamızın mahsulü olduğundan elbette bizim için değerlidir. Bu değer başkasında da aynı ayarda olacaktır diye bir şey olamaz, bir başkasının bakışı daha geniş ve ya daha sığ olabilir bakışı ile değerlendirilmelidir. Her bilenin bildikleri tanımlanmaya ve kıyaslanmaya değer olarak görülmelidir.

 

İnsanın diğer canlılardan bir farkı da bir başka kişinin bildiklerini bildiklerine eklemleyebilmesidir. Yaşamın huzur ve refahında,  sorun olan kısımlarında çözüm üretmek için birçok kişinin bildiklerinden ortak hareketle çözüm için alternatifler oluşturabilmektir. İnsan; bildiklerine eklemleyebilmek ve bildiklerini bir başkasının bildiklerine eklemleyebilmesi için sunabilme, paylaşabilme yetisine sahip bir canlıdır.

 

O zaman, yaşamımızda mahrum bırakıldığımız ve bize zor gelen tüm sıkıntılar için mantıklarımızı kıyas ve tanımlama ile birbirimize sunma ve paylaşımda ısrarcı olmalıyız. Kendilerini yaşatmak için başkalarını feda etmeyi hüner sayan ve bunu kendilerinde var olan bir hak olarak görmelerine sebep olan, bizim bireysel mantıki duruşlarımızı ortak mantık ile kendi lehimize çevirebilmeliyiz. İlk olarak da herkesin bir olarak gördüğü ama bir türlü bir olamayan düşünce çizgilerinin bir olma adımlarını atma mantığını konuşalım. Bunun üzerinden bizleri yani halkı feda ederek yaşamlarını mutlu yaşayan mantıklara baldıran zehiri olarak bir cevap olalım. Ezilenlerin ve mazlumların hastalığı için panzehir olacak ortak mantığımız, zalimler ve müstekbirler için bir zehir olacaktır.

 

Yaşadığımız coğrafyada son zamanlarda yaşananları düşündüğümüz zaman bazı kararlar için geç kalınmadan adımlar atılması gerektiği mantığı hepimizin malumudur. Güç ve kitleler üzerinden dengeler değişiyor, asıl güç ve denge sahibi olanlar ise hala güdük kalan düşünceler üzerinden bir olanları birlememek için rahatlarını bozmamaktadırlar.

 

Toplumsal ve değersel bir hesaplaşmanın yaşandığı, coğrafyamızda yaşadığımız bir çok gelişmenin bilgilerinin göründüğü gibi olmadığı ve bunun oturmuş olan mantıkları yıkıp yeniden bir mantık oluşturulması gerekliliği ıskalanmaktadır. İçe dönük bir yolculukla kendimiz ile hesaplaşarak, ayrılık ve uzaklık tanımları yerine birliktelik ve güç üzerinden aynı olan değerlerimizi denge unsuru olarak sunmayı konuşabilmek için bir ivedilik öncelemesi değerlendirilmelidir. Bunun için de; ilk önce nitelikli bilgi kaynaklarına sahip olmak gerekir, nitelikli bilgi üzerinden doğru ilişkiler kurmak elimizi güçlendirecektir.

Bilgi kendini tanımaktır, kendini tanımakta özgürlüğün, mutluluğun yolunu açar. Kendini tanıyan, kendini tanıtabilir de.

 

Önce biz kendi düşüncelerimize inanacağız, kalbimizdeki sıcaklık ile iman edeceğiz. Ancak o zaman başkalarının da değerler dizgemize inanma olasılığı olacaktır. Bizler kendi gücümüzü göremediğimiz için, istikbar güçleri kendilerini güçlü zannediyorlar.

 

Yüreklerin karanlığı; Bağırış çağırışla, suskunluk ve başkasından beklemekle umut ışığına dönüşmüyor. Bilgi, inanç, hüner, yazılmış ve paylaşılmış kelimelerle, anlamlandırılmış ve hedefi belirlenmiş çaba ve birlikteliklerle ancak gecenin karanlığı gündüzün ışığına dönüşecektir.

 

Tasavvur etmek ve tasavvur ettiklerimizin tasdikatı için kendimizi tanımak ve kendimizi tanımlayabilmenin yanında birbirimizi tanımaya açık olmak. gerekir. Tanınmaya ve tanımaya açık bir düşünce ve pratik ile kendimizden yola çıkarak cesur bir adım atmanın yararları olacaktır. Her insani değer içten dışa doğru bir açılım sergiler, dıştan insana katkı sunan değer ise ilahi olandır.

 

İnsanlığın vahiy ile yeryüzünde egemen olan pratiğinin birleştirilmesi tarihi birçok yol işareti ile doludur. İnsan yeryüzündeki yolculuğunda Rab tarafından terbiye ile beraber tecrübe sahibi kılınırken ilk başlarda sürekli mucizeler ile desteklenmiştir. İnsanlığın içerisinde kendilerine yol rehberi olarak gönderilen peygamberler, insanlığın yolculuğu boyunca mucizeler ile insanlığın tasavvuratını tasdik etmek için Allah tarafından desteklenmişlerdir. Risalet sona doğru yaklaştıkça mucizelerden öte insan aklına ve mantığına uyan pratikler ile desteklenmeye başlanmıştır. İnsan yeryüzünde terbiye/tecrübe sahibi kılınmış, artık iradesi ile varolan hakkında gerekli bilgiye sahip olduktan sonra son nebi ile nokta konulmuştur.

 

Peygamberimiz Hz. Muhammed mucizeler ile değil, tamamen insanoğlunun iradesi ile güç yetirebileceği bir terbiye/tecrübe ortaya koyarak olması gerekeni ümmeti ile örneklemiştir. Model ümmet, mucizeler ile değil yaşanmış olan tecrübelerin ışığında kendini tanımış ve tanıtmış, ortak değerlerini biz olarak tanımış ve tanıtmak için yapılması gerekenleri insani idrak içerisinde insanın gücü ile orantılı bir şekilde yaşanılır kılmıştır. İnsan aklı belli bir süreçten sonra mucizelere ihtiyaç duymadan, asıl mucizenin kendisine verilen idrak etme gücü olduğunu kavrayarak, Peygamberlerin mirası ve değişmezimiz olan Kur-an-ı Kerim ile mucizelerini yaratabileceğini kavramıştır. Bu kavrama iletişimi bazen güçlü, bazen zayıf olmuştur, bu ayrı bir konu olduğu için üzerinde durmayacağız.

 

Yaratan belli bir süreçten sonra insan aklına Peygamberler ve mucizeler yoluyla direk etki etmek yerine gerekli tecrübe ve değişmez bilgiyi vermiştir. Yani vahiy ile tecrübe edinilmiş olan bilgiler dâhilinde yol işaretlerimizi koymamızı belirlemiştir.

 

İslami Hareketler olarak yaşadığımız coğrafyalarda artık belirli bir tecrübe ve bilgi birikimine sahip bulunmaktayız. Her zaman ve mekana, insanı ve yaşamı etkileyen her şeye dair söyleyecek sözümüz var. Ama nedense en can alıcı sorunlarımızda bile söz yerine suskunluğu tercih etmekteyiz. Medeniyet, gelecek, özgürlük, adalet, hak, hukuk, eşitlik, paylaşım, mazlumiyet üzerine projelerimiz ve söyleyecek sözümüz yok ise bizler sadece bir ütopyayız demektir. Düşlerin, vehimlerin gerçek dışı boşluğuna zayıf ve güçsüz şekilde kanat çırpmaktayız.

 

Projelerimizin insanlığın bilgi ve tecrübe yolculuğunda kendine yer ayırması içinde, içe dönük bir seslenme gereklidir. Sahip olduğumuz tecrübelerden ne kadar faydalanmaktayız, nefs yönümüze ayırdığımız zaman ile Allah’a kulluğumuz için ayırdığımız zaman arasında terazinin hangi tarafı ağır basmaktadır. Zamanın ve mekanın zorlukları karşısında kendimizi ve beraber olduklarımızı ne kadar koruyabildik, sözümüzü söylerken ortak maslahatı ne kadar göz önünde bulundurduk. Yanlış yaptığımızda bizleri uyaran dost ve davadaşlarımızın sözlerine ne kadar değer veriyoruz. Nefsin hakim olduğu anlarda, ayna olma, veli olma kıstasına verdiğimiz değer bizi değerli kılacaktır.

 

Ortak paydanın öncelenmesi, istişare kararlarına olan bağlılık ilkesel değer ve duruşumuzu çekim merkezi kılacaktır. Nefsimize hoş gelenden öte, ortak aklımızın ve değerlerimizin görünür kılınması bizi talep edilen, imrenilen ve içinde yer alınmak istenen bir hareket kılacaktır. Biz, düşman yaratan bir dilin tüketicileri değil, dost ve kardeş kazanan bir dilin taşıyıcıları olmalıyız

 

İlkelerimiz ve değerlerimizin aktif olması için bunların anlam bulacağı ve bunları bir ışık olarak başka kalplere taşıyacaklar için neler yapmaktayız. Tebliğ için ziyaretler, etraflarını kuşatarak hayatının her alanında bizimle karşılaşması için yaptığımız çalışmalar ve istişareler ne alemde. Okuma ve okutmak için bildiklerimizi paylaşacak ve bildiklerimize yenisini ekleyecek ortamların havasını teneffüs edeceğimiz mekanlar için ne kadar uğraş vermekteyiz. Üniversiteli gençler için imkanlar ne kadar zorlanmakta, üniversiteler Müslüman gençlerin düşünce ve fikirleri ile mecrasını belirlerken şimdi neden ses seda yok. Sürekli gelişen, heyecanlı, atik, aktif ve gelişen organizasyonlar neden kayıp ve ulaşılmazlar. Farkındaysanız artık bizler insanlara gitmeyi değil, onların bizlere gelmesini beklemekteyiz, inandığımız değerleri ortak yaşam alanlarına taşımayı değil, birilerinin gelip değerlerimizi almasını beklemekteyiz. Sorunlarımızın tespitini yapmakta ama çözüm için siz başlayın bizde arkanızdayız yaklaşımları ile kendimizi yaşam sahasının kenarına atmaktayız.

 

İslami Hareketler neden bireylerini yaşam boyu, kendi dairesinde tutamamaktadır, neden bu iş bir bayrak yarışına dönmüştür. Sanki birileri sorumluluğu başka birileri gelene kadar belli bir süre zarfı için üstlenmiş ve omzunu onun omzuna dayayacak kadar yakınına biri geldiği zaman sırtındaki yükü de yeni gelenin omzuna bırakıp dinlenme moduna geçmektedir. Elbette bundan beri olan insanlar mevcuttur, zaten bende dinlenme moduna geçenlerden çok bunların bu moda geçmesine sebep olan nedenler üzerine ne kadar kafa yorulduğuna değinmek isterim. Özellikle İslami Hareket çizgisi bu konuda büyük sıkıntı içindedir, yaşamın her hangi bir yerinde bir makam veya etiket sahibi olan bireylerinin çoğunluğu sahanın dışında seyirci olarak maçı izlemeyi tercih etmektedir. Bunun nedenleri üzerine kaç çalışma yapıldı, sebepleri ne kadar araştırıldı ve ya paylaşıldı. Siyasal aklı beslediğimiz kadar yüreği ve maneviyatı besleyebildik mi?

 

Bir toplum en zayıf bireyini yalnız bıraktığı anda dağılmaya başlar. Yaşam risklerle doludur, yaşamın her adımında riskler göz önüne alınmazsa yaşamak diye bir eylem olmazdı. Olanı anlamaya çalışma gayreti olması gerekene doğru bir yolculuktur. Hepimiz Allah’a döneceğiz, kimimiz fazlaca günahımızla, kimimiz fazlaca sevabımızla.  

 

İnsanoğlu; arzu ve istekleri sınırsız, imkanları ise sınırlıdır. Sınırlarını bilmeyen helak yolcuğuna çıkar. Arzu ve isteklerini kulluk çerçevesinde sınırlayan ve imkanlarını imanından alan insanın da seyirci olmak yerine sahada olmak için imkanları tükenmez. Bazen imkanlarımızı kişiliklerimize esir etmekteyiz, ya da kişiliklerimizi maddi alem imkanlarımıza esir etmekteyiz. Aynı değerlerin ortak payda bileşenleri olarak birbirimizle içkin olduğumuz imkanını da gerçeğimiz olarak pratiğe bir türlü yansıtamamaktayız. Güç birlikteliği imkanını har vurup harman savurmaktayız ve zaman da aleyhimize işlemeye devam etmektedir.

 

Iskaladığımız ve ya uğraşmaya gayret göstermediğimiz her küçük sorun geleceğimiz için yükümüzü biraz daha ağırlaştırmaktadır. Elbette başarı dışsal göstergelerle değil, içsel bir doygunluk ve mutluluk ile tanımlanmalıdır. Güçlendikten sonra direnmeyi amaçlayanların sonu hüsran, direnerek güçlenmeyi amaçlayanlar ise müjdeleyiciler olacaklardır. Bu güç yetirmeyeceğimiz ve stratejik olarak altında ezileceğimiz sorumluluklar altına girelim şeklinde algılanmamalıdır. Sahip olduğumuz tecrübelerden yola çıkarak gidişatımızı, sahip olduklarımızı ve sahip olmamız gerekenleri yeniden sorgulayarak içe dönük düşünceler geliştirmeliyiz. İnsanların iltifatına ve yüreklerine talip olabilmek, değer olabilmek için tasavvurmuz ve tasdikatımız birbirini güçlü şekilde beslemelidir.

 

Allah’a kulluk için yaptıklarımızın dışarıdan ödüle ihtiyacı yoktur, bunun ödülü kendi içindedir. Rabbim bizleri bu dünyada amelleri boşa gidenlerden eylemesin, tasdikatımızı ve tasavvurumuzu barışık kılsın, bizleri Rahmeti ile sarsın ve salih amel sahiplerinden kabul eylesin.  

Öze Dönüş Dergisi sayı 6

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim