• BIST 8885
  • Altın 3017.625
  • Dolar 34.3259
  • Euro 37.2217
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 4 °C
  • Van 1 °C

Sünnetin Dinde Delil Oluşu*

Selim Kaval

Hadislerin günümüze intikalinde (gerek hadis uydurma şeklinde olsun; gerekse hafızanın eksikliği vb. beşeri zaaflardan olsun) var olan problemler, hadisleri toptan reddetmemizi değil, belki onları ele alırken daha titiz davranmamıza gerektirir.  

 

Yaşadığımız çağda Müslümanların karşı karşıya kaldığı problemlerden birisi de, sünneti devre dışı bırakan, ‘Kur’an bize yeter’ diyen anlayıştır. Sünnetin nakil ve hıfzı ile ilgili kimi eleştiriler getiren bu zevat, Peygamber (sas)’e salt bir postacı elbisesi giydirerek, onu ve sünnetini devre dışı bırakmaya çalışmaktadır.

Peygamberler tebliğ ve tebyinle görevlidir.[1] Bir elçinin tebliğ edeceği konuyu, herkesten iyi bileceğinden de şüphe yoktur.[2]

Şu gerçeği hiç kimse inkâr edemez ki: Hz. Muhammed (sas) peygamberlik ile görevlendirildikten sonra, bir an bile Kur’an’ı tebliğden geri durmamıştır. Şimdi şöyle bir soru soralım: Hz. Muhammed (s.a.s) bu dini tebliğ ederken kendisi de dinin emirlerine uyuyor muydu, yoksa “ben görevimi yapıp tebliğ ettim”, diyerek bir kenara mı çekiliyordu? Aklı başında her insan, Hz. Muhammed (sas)’in tebliğ ettiği dini, en iyi yaşayan kişi olduğunu kabul etmek zorundadır.

O sadece memur olduğu mesajı getirip bırakan bir ulak değil, bilakis Allah tarafından tayin edilmiş bir lider, hâkim, öğretmen ve yaşantısı tüm müminler için en güzel örnek olandı.[3]

Hz. Muhammed Allah’ın kelamını iletince peygamber olup, daha sonra da alelade bir insan olmamıştır. Bilakis O’nun yaşantısı, sözleri ve uygulamaları Müslümanlar için, dinde birer delildir. 

Muhammed Hamidullah bu konuya şöyle bir misal vermektedir: "Teamüle ve hukuka göre, bir elçi onu gönderen gibi addedilir ve hatta elçinin sözü onu memur edenin şahsen söylediği söz gibi kabul edilir. Bütün siyaset ve elçilik hukuku bu esasa dayanır. Sünnet konusunda bu uygulama Kuran' da sık sık vurgulanmıştır.  ‘Elçinin verdiği ( getirdiği ) şeyi alınız, nehyettiği şeyden de uzak durunuz.[4]  Bu ve benzeri ayetler, Hz. Peygamber (sas)’in sünnetinin, Allah'ın emir ve yasakları yanında yer aldığını gösterir." [5]

Sünnetin dinde delil olması ile ilgili görüşleri temel olarak üç başlık altında toplayabiliriz:

1-Sünnet bütünüyle vahiy ürünüdür.

2- Sünnette vahiy ürünü hiçbir şey yoktur. Bütünü Rasulullah’ın ( a.s.) kendi beşeri tecrübesi ile yapmış olduğu içtihatlardır.

3- Sünnette vahiy ürünü şeyler olduğu gibi, içtihadi unsurlar da vardır. [6]

İlk iki görüş ifrat ve tefrit gibi gözükürken, üçüncüsünün mutedil ve hakka en yakın olduğunu söyleyebiliriz.

Sünnetin dinde delil olduğu hususunda, Kur'an, sünnetin kendisi, icma ve sahabeden nakledilen bilgiler vardır.

Kur’an-ı Kerim, Peygamber (s.a.s)’e itaat edip kesinlikle karşı gelinmemesi; ihtilafların hallinin Allah’a ve Resulü’ne bırakılması; Allah'a, O'nun Resulüne ve yetki sahiplerine itaat edilmesi; Hz. Peygamber'e tabi olunması; Hz. Peygamber'e karşı gelmekten sakınılmasını,[7] istemektedir. Bu ve bezeri ayeti kerimeler, açık bir şekilde Hz. Muhammed (sas)’in sünnetinin, dini bir dayanak olduğunu ispatlamaktadır.

Pek çok hadiste de Peygamber’imiz (s.a.s)’e itaat etmenin gerekliliği ifade edilmiştir. Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Bütün ümmetim cennete girecektir, ancak yüz çevirenler müstesna! Dediler ki: ‘Ey Allah 'ın Resulü! yüz çeviren kimdir?’ Resulullah (sas): ‘Kim bana itaat ederse cennete girer. Bana isyan edene gelince o, yüz çevirmiştir. "[8]

Başka bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v) : "Şunu kati olarak biliniz ki, bana Kitap, (Kur'an) bir de onunla beraber, onun bir misli daha verilmiştir. Karnı tok bir halde rahat koltuğuna oturarak: 'Şu Kur'an'a sarılınız, onda helal olarak ne bulursanız onu helal kabul ediniz, neyi de haram bulursanız onu haram biliniz' diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir. Şüphesiz ki, Allah Resulü’nün haram ettiği şey, Allah'ın haram ettiği şey gibidir"[9]

"Bana Kuran ve bir de onun misli verildi."[10]

İmam Şafii, bu hadislerde geçen "onun bir misli' ifadesinde anlatılan şeyin, Hz. Peygamber'in sünneti olduğunu ve bunun da Kur'an'da "hikmet' olarak anlatıldığını ifade etmiştir.[11]

Yukarıda örneklerini verdiğimiz hadisler ve daha başkaları sünnetin dinde delil olduğunu ispatlamaktadır.

Eğer sünnet dinde delil değeri taşımasaydı, Hz. Muhammed (sas) kendisinden sonra ümmetinin bu hataya düşeceğini ön görüp, onları ‘sadece Kur’an’a uyun, benim sünnetime uymayın’ diye uyarırdı. Ancak açık bir şekilde hadis-i şerifler sünnete uymayı emretmekte ve sünnetle ihticac etmeme ile ilgili tek bir rivayete rastlanmamaktadır. Bu bile tek başına sünnetin dinde delil teşkil edeceğini gösterir.

Başka bir delil de sahabenin uygulamasıdır. Sahabe ve Raşid halifeler, hem Resulullah (sas)’in sağlığında hem de vefatından sonra, Onun sünneti ile amel etmekte herhangi bir tereddüt yaşamamışlardır. Onlardan hiç biri, ‘Kur’an bize yeter, o varken başka bir şeyle muamele etmemize gerek yoktur’ dememiştir. Aksine onlar, tüm işlerinde ve karşılaştıkları her yeni meselede ‘Kur’an ve sünneti’ esas almışlardır.

Sahabenin, Resulullah (sas) hayattayken, Onun sünnetiyle amel ettiğine delil olarak Muaz b. Cebel’in meşhur hadisini verebiliriz:

“Hıms halkından ve Muaz b. Cebel (r.a)'in arkadaşların­dan (olan) bir takım insanlardan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) Muaz'ı Yemen'e göndermek istediği zaman ona şöyle sormuştur:

-Bir dava ile karşılaşırsan nasıl hüküm vereceksin?

-Allahın Kitabıyla hüküm vereceğim.

-Allah'ın kitabında (bir hüküm) bulamazsan?

-Rasûlullah (s.a.s)'in sünnetiyle.

-Ya Rasûlullah'ın sünnetinde ve Allah'ın Kitabında da (bir hü­küm) bulamazsan?

-Kendi görüşümle ictihad ederim,  (hüküm vermekten) geri dönmem.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) (Muaz'ın) göğsüne vurarak:

-Allah Rasûlünün elçisini, Allah Rasûlü'nün arzusuna (muva­fık hareket etmeye) muvaffak kılan Allah'a hamdolsun demiştir.”[12]

Bu hadis-i şerif adeta dinde delil olacakların bir sıralamasını vermektedir. Önce Kur’an, sonra Resulullah (sas)’in sünneti, ondan sonra kişinin içtihadı.

Resulullah (sas)’in vefatından sonra sahabenin, Onun sünneti ile amel ettiklerine dair şu iki örnek verilebilir:

Torunu vefat eden (bir) cedde (nine), Hz. Ebu Bekir’e gelerek, torunun mirasından pay almak istediğini söyledi. Hz. Ebu Bekir ona ‘Allah’ın kitabında sana senin için bir şey yoktur. Resulullah (sas)’in sünnetinde bir şey olup olmadığını da bilmiyorum. Bu sebeple ben sahabelere soruncaya kadar sen git’ demiş ve sonra sahabelere sormuştur.  Muğire b. Şu’be ‘Resulullah (sas) nineye altıda bir hisse verirken ben Onun huzurunda bulundum’ demiş.  Hz. Ebu Bekir, Muğire’ye ‘başka şahidin var mı?’ diye sorunca, Muhammed b. Mesleme el-Ensari ayağa kalkarak, Muğire b. Şu’be’nin dediğinin aynısını demiştir. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, o neneye, altı da bir miras hissesinin verilmesine hükmetmiştir.[13] Burada Hz. Ebu Bekir’in Resulullah (sas)’in sünnetini delil olarak kabul ettiğini görüyoruz. Peki, Hz. Ebu Bekir’in delil kabul ettiği bir hususu bizim delil kabul etmemize ne engel olabilir?

Abdullah b.Ömer'e gelerek: "Biz Kur'an'da, normal ikamet (hazar) halindeki namazı ve korku namazını buluyoruz, fakat sefer namazını bulamıyoruz. Nasıl oluyor bu?’ diye soran şahsa, İbn Ömer şöyle cevap vermiştir: "Ey kardeşimin oğlu! Biz hiçbir şey bilmez iken Allah, bize Muhammed (s.a.v)'i gönderdi. Biz ancak ondan gördüğümüz şeyleri yapıyoruz. Namazın yolculukta kısaltılması da O'nun koymuş olduğu bir sünnettir."[14]

Hadislerin (sünnetin) rivayet yolu ile bizlere intikal ettiği muhakkaktır. Ancak aynı şekilde, rivayetin kaçınılmaz bir yöntem olduğunu da kabul etmek zorundayız. Her tür bilgi ve tecrübenin, diğer nesillere intikalinde, rivayetten başka bir yol yoktur. Hadislerin günümüze intikalinde (gerek hadis uydurma şeklinde olsun; gerekse hafızanın eksikliği vb. beşeri zaaflardan olsun) var olan problemler, hadisleri toptan reddetmemizi değil, belki onları ele alırken daha titiz davranmamıza gerektirir.  

Sözümüze, 1900’lerde Hindistan’da hadis karşıtlarına bir reddiye yayınlayan, Süleyman en-Nedvi’nin konu ile ilgili şu mülahazaları ile son verelim:

Biz bu noktada şu hadis karşıtlarına sormak isteriz ve deriz ki:  Kur’an’ın nâzil olduğu çağa ve ortama olan uzaklığınıza ve dil bilimindeki yetersizliğinize rağmen, Kur’an-ı Kerimden her istediğinizi istinbat etmek ve anladığınız gibi yorumlamak size câiz oluyor da; Kur’an’ın kendisine indiği, açıklanmasına memur kılındığı, dilcilerin en fasihi (bir peygamber) yoksa bunu hak etmiyor mu?

Hz. Peygambere böyle bir problem getirdiklerinde, peygamber olarak sergilemesi gereken tavır ne olmalıdır? Onları tereddüt ve şaşkınlık içerisinde bırakarak meselelerine çözüm getirmekten geri mi duracak; yoksa bütünüyle anlayamadıkları ve sonradan gelişen hâdiseye uyarlanabileceğini düşünemedikleri önceki hâdiseye ilişkin âyeti okumakla mı yetinecek; ya da bunların da ötesinde problemlerine, içlerine sinecek bir izah mı getirecektir?

Öte yandan Hz. Peygamber (sas) onların sorularına cevap verip, müşkillerine izah getirdiğinde, böylesi bir olayı başkalarına aktarmalarını onlara haram kılar mı? Ya da böyle bir olay başkaları için gündeme geldiğinde, Resûlullah’ın(s.a.) kendilerine öğrettiği gibi, onların da Resûl (sas)’den öğrendikleri çözümü, aynı olayla karşı karşıya kalan kimselere öğretmeleri mahzurlu mudur?[15]

 

 

[1] Maide- 67; Araf-68; Nahl-44.

[2] Mehmet Soysaldı, Kur’an Sünnet İlişkisi, F.Ü.İlahiyat Fakültesi Dergisi 7 (2002), sf. 5.

[3] Bkz. Mevdudi, Sünnetin Anayasal Niteliği, Bengisu y.y.

[4] Haşr -7

[5] Bkz. Ahmet Keleş, Sünnet Vahiy İlişkisi, Dicle Üniversitesi İlahiyat fakültesi Dergisi, 1999; ayrıca Diyanet İslam Ansiklopedisi, Sünnet maddesi

[6] Ahmet Keleş, a.g.e.

[7] Bkz. Al-i İmran, 31.  Nisa, 80. Nisa, 59. Ahzab, 36. Nisa, 65.  A'raf, 157.  Tevbe, 29

[8] Buhari, İ'tisam, 2; Bkz, İbn Mace, Mukaddime, 43; Tirmizi, İman, 18.

[9] İbn Mace, Mukaddime, 2; Ebu Davud, Sünnet, 6. ·

[10] Ebu Davud, Sünnet, 5.

[11] Şafii, Muhammed b. İdris, Er-Risale, Çev. Abdulkadir Şener-İbrahim Çalışkan, Türkiye Diyanet Vakfı y.y, 2012, s. 51.

[12] Ebû Dâvud, Davalar, 11; Tirmizî, Sünen, Ahkâm, 3; İbn Sa'd, Tabâkât, III, 164.

[13] İbn Mace, feraiz, 4.

[14] İbn Mace, ikame, 73

[15] Bkz. Seyyid Süleyman en-Nedvî, Sünnet’i Anlamaya Çalışmak ve Sünnet’e Olan İhtiyaç, çev. Mahmut Kavaklıoğlu, Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002/2

ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim