• BIST 9915.62
  • Altın 2435.681
  • Dolar 32.5203
  • Euro 34.8906
  • İstanbul 18 °C
  • Ankara 23 °C
  • Van 16 °C

İSLAMİ HAREKETTE ZAMAN VE MEKÂN ARAÇSALLIĞI

Nihat Gür

 

Batı uygarlığının homojenleştirici ve determinist meydan okumasına, vahiy merkezli özgürlük ve özgünlük örüntüsüyle cevap verebilmeliyiz.

 

 

 

İnsan, yaşamında ve fıtratında varolan güzelliklere ulaşmak için, yaratılıştan gelen birçok şeye muhtaçtır. Bu muhtaçlık, kendisi dışında varolan kişiler, sürekli değişim halinde olan zaman ve mekândır. Kişiler ile alıp verme zorunluluğu, zaman ve mekân ile değişimi anlamlı, uyumlu kılma ahengini dengeleme mecburiyeti vardır. İnsan, birey olarak muhtaç olduklarını tek başına ikame ettiremez. İnsanın kendi yeteneklerini de ortaya koyup anlamlandırması için, diğer insanlarla paydaş olması gerekir. Bu paydaşlığın, bir disiplin ile anlamlı olabilmesi için de zaman ve mekan araçsallığını yerinde değerlendirmesi zorunludur.

 

İnsanoğlu, varoluş sürekliliğinde, değişen ihtiyaç ve talepleri doğru konumlandırdıkça, daha iyi şart ve imkânlara haiz olacaktır. Zaman ve varoluş statik olmadığına göre, insan da kendini ve mekânını, yani yaşam araçlarını sürekli devingen tutmalıdır. Bu devingenliğin araçsallığı, insanların düşünce ve disiplin ayarlarına göre farklılık arz eder.

 

İslami hareket de kendi disiplini ve ilkeselliği içerisinde, zaman ve mekân araçsallığını en iyi şekilde işlemelidir. İslami tebliğ de zaman ve mekânı kendi değişmezleri etrafında şartlara ve imkânlara göre işlemekle mükellef değil midir? Davet, zaman ve mekânı, insan ihtiyaçları merkezli bir şekilde işledikçe anlam kazanabilir. Araçların doğru seçilmesi, toplumsal algının bütünselliğini veya parçalanmışlığını şekillendirmektedir. Aç olan bir insana sanatsal değer ve eserlerden bahsederseniz, zaman ve mekân araçsallığına zulmetmiş olursunuz.

 

İslami hareket, mekânsal dışlamalar, yani anın ihtiyaç değerlerini tam yakalayamadığı zaman, toplumsal algının dikkatini cezbedemeyecektir. Bunun için, genel anlamda mekânda görünürlük, toplumsal algının merkezine oturmayı sağlayacaktır. Mekânda görünürlükten kastım, insanlara daveti ulaştırmanın araçlarını tercih ederken, doğru yerden doğru şekilde bir dokunuş yapabilmektir. Bu, tecrübeyi tamamen hükümsüzleştirme olarak algılanmamalıdır. Tecrübe, her daim anın hakkını verme ve geleceğe daha güçlü bir öngörü ile bakabilmenin dinamiğidir.

 

Semboller, betimlenmek istenen algıyı temsil etmede güçlü olmalıdır. Sunulan paradigma, zaman ve mekân ihtiyaçlarını en iyi şekilde görünür kılmalıdır. Görünür kılınan ihtiyaçlar, doğru bir şekilde insanlara en kolay şekilde ulaşabilecek araçlar ile sunulmalıdır. Bugünün şartlarında, daha fazla insana ulaşmak için, araçlar doğru belirlenmelidir. Kaç insana kitap okutabilmekte, yazınsal metinler üzerinden medeniyet değerlerimizi ulaştırabilmekteyiz? Donuklaşmış ve işlevini büyük çoğunlukla kaybetmiş olan fıkıh araçsallığımız gibi davet araçlarımız da hükmünü büyük çoğunluklu kaybetmiştir. Bu yazınsal araçları, yani kitap, dergi, gazete vb., dışlayalım anlamında değil, bunların yanında, zaman ve mekâna mesajımızı daha güçlü ve etkin şekilde ulaştıracak olan araçları da katalım anlamında değerlendirilmelidir. Yazınsalın etkinliği ve önemi kalıcı olması ile alakalıydı. Artık bir sonraki zamana kalıcı mesajlar veya değerler aktarmanın farklı yolları bulunmaktadır.

 

Medeniyet paradigmamızın yürüyen aksanına zarar vermeden, ana akımlarımızın değişmezleri ekseninde, dönüşüm gayreti içerisinde olmalıyız. Araçsal paradigmamızı teşkil eden değerler dizgimizi, söylem ve pratiğimizi, insanlar ve toplum için talep edilecek cazibe ile diriltmeliyiz. Yazınsal merkezli medeniyet paradigmamızın yanına, çağa hitap eden yeni değerleri de katarak, yeni mekânlara ulaşabilmeliyiz. Hatta kendi insanımız ve toplumumuz için de yeni araçlar ile bir heyecan yaratmalıyız.

 

Vakt-i zamanında, İslam davetinin daha fazla insana, daha hızlı bir şekilde ulaşmasını engellemek için, matbaanın haram olduğu fetvalarını hatırlayalım. Televizyon ve sinema ile ilgili fetva ve yaklaşımları anımsayalım. Bunların tümü tamamen bilinçli ve art niyetli dayatmalardı. Bilim ve teknoloji, insan yaşamını kolay kılma ve daha yaşanılabilir kılmanın araçlarıdır. Bu araçların insan yararına veya zararına işletilmesi ise tamamen insanların sahip olduğu inanç ve düşünceye göre farklılık arz eder. İslami hareket, bu araçlar üzerinden çok daha fazla insana, çok daha hızlı bir şekilde, kendi medeniyet değerlerini ulaştırabilir. Sinema, televizyon, tiyatro, internet vb. araçlar etkin ve faydalı bir şekilde, kesinlikle ciddi bir disiplin ile kullanılmalıdır. Yazınsal araçların yanında bu araçlar ile daha fazla insana, daha etkin şekilde ulaşılacağından eminim. Bir kitap ile ulaşılabilecek insan sayısı ile bir film ile ulaşılabilecek insan sayısını kıyas edersek, söylemek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Kemiyet ve keyfiyeti göz ardı ederek araçları total ilkeler ile merkeze alalım zorlayıcılığında değilim. Müstekbir seçkinlerin, İslam medeniyetini, tarihin karanlık geçmişinde hapsetmesine, meydan okuyalım demekteyim. İlk emri oku! Olan bir medeniyet, sürekli aksiyon halinde gelişim ve yenilenmeye yol almakla mükelleftir.

 

İslami hareket; Modernleşme uygarlığının, bu araçları her zaman olduğu gibi, insanları sömürmek için kullanmasına karşılık, doğruyu pratize edebilmelidir. Bu araçları, medeniyet değerlerimizin tebliği için, eğitimsel araçlar kılarak, toplumsal gruplar için talep merkezi haline getirmeliyiz.

 

Batı uygarlığının homojenleştirici ve determinist meydan okumasına, vahiy merkezli özgürlük ve özgünlük örüntüsüyle cevap verebilmeliyiz. Asr-ı Saadet yaşanılmışlığının öze dönüşünde, yükselteceğimiz yaratıcı güç ile meydan okumalıyız.

 

Örüntümüz, geleneksel değerlerimizi tamamen yok saymamalıdır. Yerel değerleri, geleneksel değerleri dışlayan bir medeniyet paradigması önermiyorum. Tarihsellik üzerine inşa edilmiş olan hurafelerden, medeniyet değerlerimizi temizlemeliyiz. İnsanlığın medeniyet projesinin dışına itilmiş olan İslam medeniyet projesini, yeniden meşru ve temiz olan her araç ile gündeme oturtmalıyız. İnanç ve kimlik inşasına yönelik, verili gelenek yerine, Kur-an merkezli zaman ve mekân dokunuşumuzu gerçekleştirmeliyiz. Medeniyet kimliğimiz, zamana ve mekâna hükmümüzü, açık bir şekilde, haykırmalıdır. Zaman ve mekân, kimliğimizin sembolleri ile renk almalıdır. Evrensellik, medeniyetimizin kavram ve araçları ile yeniden tanımlanmalıdır.    

 

İslam medeniyeti, bir tercih ve yetkinlik özgünlüğü olarak, makro düzlemde, gündelik yaşamın dönüşümünde, en etkin güç olmalıdır. Somut ve soyut perspektiflerin üretim yeri ve arayışı olmalıdır. Kendine özgü mekânlarını, daha önce nasıl medeniyet merkezi kılmış ise, yeniden bu mekânları merkeze alabilmeliyiz. Şehirler; camilerin ve külliyelerin, insanlar; Kur-an ve Sünnetin, ilişkiler; ahlak ve vefanın, evrensellik; medeniyet ve inşa değerlerimizin işlevselliğinde anlam kazanmalıdır.

 

Medeniyet değerlerimize özgü mekân, üretim sistematiği ile insanlığa perspektif sunabilmeliyiz. Batı uygarlığı merkezli düşünce ve mekânlarımızı sterilize edip, aslımıza rücu edebilmeliyiz. Kendi algı ve eylemselliğimizi, dönüşüm görünürlüğümüzde, güçlü bir bünyeye sahip kılmalıyız.

 

Modernleşme algısına karşı medenileşme, korumacı statik algıya karşı özgün ve ilerlemeci algıyı güçlendirmeliyiz. Vahiy merkezli sosyal bir hareketliliğin görünürlüğünü, yüksek tutmalıyız. Dinin müdahil olduğu bu sosyal hareketliliği inşa edici kazanımları, zaman ve mekânda çok iyi konumlandırmalıyız. Hurafeler ve tarihsel mübalağalarda kaybedilmiş olan medeniyet değerlerimizi resetleyip, yeni bir form ile inşacı ve gelişimci edimler, tasarlamak zorundayız. Araçlarımızı, geleneklerimizi, işleyişimizi, sembol ve anlamlandırmalarımızı yeniden konumlandırmalıyız. Kur-an’ın aydınlığında ve yol göstericiliğinde konumlanmamızı arındırmalıyız.

 

Değişimsel kaynaklarımızın serüvenini iyi analiz ederek, yeni yolculuklara çıkma hazırlığını bitirmeliyiz. Bu yolculukta, istenilen değerlerin elde edilmesi ve hedefe ulaşmak için heybemizi doğru azıkla doldurmamız çok önemlidir. Kavram ve sembollerimiz, insanların anlayacağı açıklık ve basitlikte olmalı, zamanın zihin ve taleplerine uygunluk arz etmelidir. İnsanların düşünce evrenine, kavramsal dünyasına doğru, bir yürüyüş gerçekleştirmeliyiz.

 

Mesaj ile mekân, mesaj ile zaman arasındaki ilişkilendirme, ne kadar doğru ve güçlü olursa, edinimler o kadar fazla ve değerli olur. Zeminin doğru ve güçlü konulması, ilişkilenmedeki mihenk taşını hikmetli kılar, düzen ve denetleme ilişkisini, doğru zemin üzerinden konumlandırır.

 

  Kazanımlar, meşru ve değersel zemin üzerine inşa edildikten sonra, paydaşlık ihracatı, artık kendi kendini besleyerek, sistematik bir hale gelecektir. İlkesel işlevsellik, beraberinde ilkesel denetime de ciddi bir zemin hazırlayacaktır. İslami hareket, bu ilkesel kazanımlar ile kimlik inşasında, sosyal talebin öncelikli tercihi olacaktır. İşlevsel olmayan kimlikler, tarihin çöplüğündeki yerlerini almakta çok da gecikmezler. İslami hareket, medeniyet inşasında, meşruiyet elde etmek için çok da zorlanacak bir durumda değildir. Sadece sahip olmuş olduğu kaynakları, doğru konumlandırdığı vakit, insanlık için öncü ve birleştirici güç olduğu, kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Böylece, insanlığın ontolojik okumalarına, kültür taşıyıcılığına, ekonomik kırılmalarına, iletişimsel farklılıklarına ve değersel dönüşümlerine, ortak payda olduğu kabul görecektir.

 

Değersel dönüşüm ve edinimler, sistematik bir disiplin ile yola koyulduktan sonra, sistem kendi kendini devam ettirecektir. Önemli olan, bu farkındalığı, nitelikli bir nicelik ile gerekli değere haiz kılabilmektir. Dayanışmacı ve paydaşçı fedakâr bir öncü grubun örnekliğinde, doğru kullanılacak araçlar ile geniş zamanlara ve büyük coğrafyalara, köklü bir renk verilebilir.

 

İslami hareket mensubu her birey, bu öncü grubun bilinçli ve fedakâr bir paydaşı, İslam medeniyetinin insanlığa sunulmasında, sembol olan taşıyıcı yapının temel taşlarındandır. Resulullah (s.a.s.) nasıl ki yürüyen Kur’an ise, İslami hareket mensubu her birey de, İslam medeniyetinin insanlığa tebliğinde/örnekliğinde, Resulullah’ın yürüyen temsilcisi, insanlığa İslam medeniyet değerlerinin ulaştırılmasında yürüyen aksandır.  

 

İnsanlar, edinmek için, kıyas yaparlar; sistemleri, düşünceleri, inançları, değerleri kıyas edip, kendini en iyi şekilde sunabileni tercih ederler. Tercih edilebilen olmak için de örnekliklerin güçlü, ilkeli ve çelişkisiz olması, çok önemlidir. Yanılmıyorsam Yusuf İslam olması lazım; “iyi ki ben Müslümanları tanımadan önce Kur’an’ı tanıdım, yoksa Müslüman olmayı tercih etmeyebilirdim.” demişti. Bu da bize, örnekliğin ve İslami hareketin öncü değerlerinin ne kadar önemli olduğunu, en güzel şekilde tarif etmektedir.

  Biçimsel araçların ve sembollerin merkezinde, iyi bir temele oturmuş bir sistem olmalıdır. Bu sistem, vermek istediği mesajı, bu araçlar vasıtasıyla güçlü bir şekilde ifade etmelidir.  İmkânlarını olgunlaştırmalı, her kişi, aile, toplum ve coğrafyaya en kolay ve hızlı şekilde ulaşabilecek araçları da köklü araçlarının yanında değerlendirmelidir. Gönderiler, ihtiyaca cevap vermeli ve algı yaratmalıdır. Bu algı, medeniyet değerlerimizi bir ihtiyaç olarak kabul ettirmelidir.

 

İnsanların bilgisel birikimlerinden biçimsel kazanımlarına kadar, tüm araçsal değerlerine hikmet ve erdem yüklü bir dokunuş gerçekleştirebilmeliyiz. Ontolojik imgelerine renk vermeli, algı ve tutum değerlerinde tercih ve ihtiyaç olmalıyız. Her anın ve coğrafyanın farklı olan kendi iletişim ve algı araçlarını, en meşru şekilde değerlendirmeliyiz. Bu yaklaşım, o coğrafyaya ve insanlarına gönderilerimizi, güçlü ifade etme şartlarımızı, olgunlaştıracaktır.

 

Bu bağlamda, zaman ve mekân araçsallığı, doğru zeminde inşa edildiği vakit İslami hareket, medeniyet yapılanmasında hak etmiş olduğu yeri ve değeri elde edecektir. Diğer bir ifadeyle öncü örnek, güç olarak merkeze oturacaktır. Bizim her daim, birden fazla öneri şıkkımız olmalı ama, yaşam alanında, yaratılmış olanlar içerisinde hiçbir şey, meşru dairede insandan daha değerli olmamalıdır.

Bu medeniyet inşamızda, yine meşru dairede olmak şartıyla, öteki yani bizden farklı düşünen veya farklı inanca sahip olan her insan ve topluluk ile paydaşlık imkânının olduğu göz ardı edilmemelidir. Özgürlük ve özgünlük tercihi, her insan için ilahi bir haktır. İnsanların birbirlerini inandıkları değerler üzerinden sınırlaması, birlikte yaşamayı bitirerek, ölümcül bir hale getireceği unutulmamalıdır. Her düşünce ve inanç, kendisini bir başka bireye ve topluma sunma hakkına sahiptir. Dayatma ve engelleme olmadığı müddetçe bu, birlikte yaşamanın evrensel ve ilahi bir değeridir. Birlikte yaşamak adına da kimse kimseye, ne düşünce ne de inanç adına dayatma yapmamalıdır. Bu, zulmün ve yanlışın doruk noktalarından biri olur.

 

Yukarıda paylaşmış olduklarım, kesinlikle bu çerçevede değerlendirilmelidir. Kendi inandığımız medeniyet değerlerimizi, her insan gibi bir başka kişi ve topluluk ile paylaşma hakkı olarak ifa edilmiştir. Özgürlük ve iradi tercih, ilahi bir hak olduğu için, bizde kutsal bir edinimdir. Biz, kendi inandığımız değerleri ve inancı, bir başkasına sunma hakkına sahip olduğumuza inandığımız gibi, ötekinin de kendi inandıklarını bize sunma hakkına sahip olduğuna inanarak kabul etmekteyiz. Tercih edip etmeme, insanın kendi tercihidir ve bu sadece kişinin özgür kararına kalmış bir haktır.

 

Hâsılı kelam; İslami hareket, an ve mekân araçlarını doğru zemin üzerinden inşa ederek, insanlığa özgürlük, hikmet, erdem ve medeniyet yüklü soylu çağrısını, en güçlü şekilde sunabilir. Çaba bizden tevfik Allah’tan.   

 

  

 

                                                                       

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim