• BIST 8876.22
  • Altın 2928.215
  • Dolar 34.2375
  • Euro 37.4474
  • İstanbul 16 °C
  • Ankara 20 °C
  • Van 13 °C

Hermeneutik Bağlamında Anlama Üzerine Bir Deneme*

Zafer Açar

 

Anlamanın mı yorumlamadan önce geldiği; yorumlamanın mı anlamadan önce var olduğu tartışılabilir. Ama ikisinin birbiriyle çok ilişkili olduğu sır değildir.

 

Bir insan etkinliği olarak anlamak, insanın zihinsel ve kalbi bir etkinliği olarak ikna, tatmin ve kabul ile ilgili olmalıdır. İnsanın kendini ve kendi dışındaki her şeyi anlamayı istemesi; isteme, merak etme, soru sorma, düşünme ve yorumlama gibi çabalardan ve aşamalardan geçmesini gerektirmektedir.

İnsanın doğumundan itibaren kendisiyle birlikte var olan, daha sonra gelişen, hayatı kendisiyle birlikte idame ettiren, adeta dört boyutlu uzay-zaman içerisinde insanın beşinci boyutu gibi onu sarmalayan bir süreçtir anlamak. İnsan yavrusunun duyularını kullanmaya başlaması, ses, koku, renk gibi aracılarla çevresindeki varlıklarla ilişki kurması, örneğin anne babasını tanıması anlama sürecinin bir parçasıdır. Aynı şekilde, sevinç, acı, yalnızlık, korku gibi duyguları yaşayarak anlamayı öğrenmesi de. İşte insanoğlu büyüyüp geliştikçe daha yoğun bir biçimde kendini anlama faaliyetlerinin içinde bulur. Her hareket, oluş -şahid olduğu zaman insanın- anlama isteğini doğurur diyebiliriz.

İnsanın yaşadıkları, işi, davranışları, çevresi, okumaları, hayalleri anlama evreninin sınırlarını da belirler.Belki bu evren bilgi ve tecrübeyle gelişebilir. İnsan kendi kabiliyetleri ve öğrendikleri çerçevesinde anlama etkinliğini harekete geçirebilir.

İnsanın varlığı anlama isteği ve/veya çabası çok eskilere dayanır. Çok bilinen bir örnekten yola çıkacak olursak; ıssız bir yerde kendini bulan ve geçmişle ilgili herhangi bir fikri ve yaşantısı olmayan insanın ilk çabasıdır anlamak. Ve insanın soracağı: “kimim?”, “nereden geldim?”, “nereye gidiyorum?”, “buraya nasıl geldim?”gibi sorular anlama isteğinin bir sonucudur.

Anlama evrenini geliştiren bir etkinlik olarak okumak ve bilgi sahibi olmak, anlamayı bir edebe ve disipline büründürmenin en bilinen yoludur. Bilgi sayesinde insan öğrenmeyi anlar, anlamayı öğrenir, anlamayı anladığını anlar. Kısaca, anlama biliminin yoludur okumak.

Diğer bir taraftan anlama eylemi dil ile de ilişkilidir. İnsan gördüğünü, duyduğunu, okuduğunu hatta hissettiğini dil aracılığıyla anlama evrenine kabul eder. Belki farklı dillere sahiptir insan. İnsanın, “düşünsel, sezgisel ve konuşma dili” olmak üzere üç dile sahip olduğunu düşünüyorum. Konuşma dili insanın öğrenme-öğretme faaliyetlerinde kendisine eşlik eden bir aracı konumundayken, onun düşünsel ve sezgisel dili anlama evrenine daha yakındır diyebiliriz. Ayrıca düşünme ve sezgisel dili konuşma dilinden daha büyük bir alanı kapsadığını söyleyebiliriz. Örneğin insan sadece Türkçeyi biliyorsa “taş” sözcüğünü bilir. Taşın Kürtçede kevir veya ber, İngilizcede stone, Farsçada seng olduğunu bilmeyebilir. Halbuki taş dediği vakit taş âlemindeki tüm taşları tanır, hatta zihninde İbni Sinacı bir yaklaşımla tüm taşları temsil eden “tümel taş” da canlanabilir. İşte tüm bu süreçler konuşma dili olmadan insanın kavrayabildiği “iç dil” ile ilgilidir. Yani insan, varlığı konuşma dilinden ziyade sezgi ve düşünce yoluyla anlamaya çalışır. Sanırım şu soruların cevaplarını bilmemiz çok kolay olmayacaktır: Acaba tüm insanlardaki iç dilin sınırları ve yapısı aynı mıdır? İç dil geliştirilebilir mi? Benim anladığımı başkasının yüzde yüz aynı biçimde anlayıp anlamadığını bilmek mümkün müdür?

Diğer taraftan insan konuşma diliyle de karşısındakini anlamaya çalışır. Okuduklarını dil üzerinden anlamaya çalışır. Başkasını; onun söyledikleri, hareketleri ve tavırları yani “dış dili” üzerinden anlamaya çalışır. Belli ki insanın dış dilini geliştirmesi mümkündür. Yani insan dış dili öğrendikçe anlama işini kolaylaştırır diyebiliriz. Ayrıca insanın okuma ve bilgi yoluyla anlama evrenini beslemesi onun yorumlama kabiliyetini de ortaya çıkarır. Anlamanın mı yorumlamadan önce geldiği; yorumlamanın mı anlamadan önce var olduğu tartışılabilir. Ama ikisinin birbiriyle çok ilişkili olduğu sır değildir.

Bilgi ve tecrübe birer anlama aracı olarak her insanın sahip olabileceği varlıklardır. Bu faaliyetler arttıkça insanın yorum gücü artar denebilir. Yorumlama ise insanın sahip olduğu bilgiyi, yaşadığı tecrübeyi iyi kavraması ve bunu dil üzerinden daha iyi anlamlandırması olmalıdır. Yorumlama bir ikna olma ve ikna etme eylemi olarak insandaki ileri bir süreçtir. Diğer yandan yorumlama biçimi ve düzeyi anlama seviyesini de ortaya çıkarır. Örneğin bir metni yorumlarken- ki bu metin görsel, işitsel veya yazılı bir metin olabilir, örneğin bir insan da olabilir- yorumlayıcı kendi bilgisel ve “ampirik arka planından” beslenecektir. Öyle zannediyorum ki anlatabildiği dış dili, anlayıp da anlatamadıkları da iç dili ile alakalıdır.

Bir metin yorumunu örnek vererek yola devam edecek olursak: Görsel bir metin olarak “Mısır Piramitleri”ni bir mimar, bir tarihçi ve bir bedevi ilk defa görmüş olsunlar. Mimar; bu yapıyı yapan(lar)ın iyi bir geometri bilgisine sahip olduğunu, tarihçi bu yapının çok eski bir devirde inşa edildiğini ve bedevi ise bunu yapan(lar)ın zengin ve kudretli olduğunu düşünebilir. Bu yorumlar onların kültürel altyapılarıyla ilgili olduğu gibi metni anlamaya çalıştıklarının da bir göstergesidir. Dolayısıyla yorumlamanın anlamaya çalışmak olduğu söylenebilir. Ama burada şu soru sorulabilir; acaba bilgi ve tecrübelerimiz olmadan yorum yapmamız mümkün müdür? Örneğin hiçbir şey bilmeyen ya da bilgi ve tecrübesi olmayan bir insanın bu metni gördüğü zaman korkup uzaklaşması bir yorumlama sayılabilir mi?

Bir başka örnek üzerinden anlamayı yorumlamaya çalışırsak; bir insanla olan diyaloğumuzda onu anlayıp anlamadığımızı ya da onun bizi anlayıp anlamadığını, yanlış anlaşılma olasılıklarımızı gerek konuşma dili üzerinden gerekse sezgilerimizle fark edebiliriz. Örneğin yanlış anlaşıldığımızı düşündüğümüzde acaba söylemeye çalıştığımız şey yanlış yorumlandığımız mı yoksa yorumlanamadığımız mı veya eğer biz anlatamadıysak acaba anlattıklarımızı yanlış yorumlamaktan mı yorumlayamamaktan mı kaynaklanır? Bunun cevabı zor olabilir çünkü insan çok yönlü, karmaşık ve özgün bir metindir. Böyle bir metni yorumlamak da girift bir iş olmalıdır.

Yorumlamanın anlamayla ilgili olarak insanda var olan bir kabiliyet olduğu söylenebilir. Ama belli ki anlamanın düzeyleri olduğu gibi yorumlama düzeyleri de vardır. Öyleyse bir insanın anlama evreni ne kadar geniş ve dolu ise yorumlama kabiliyeti de o derece zengin ve ileridir. Sanırım anlamanın düşünme, sezgi, bilgi ve tecrübeye; yorumlamanın ise anlamaya ihtiyacı vardır.  

Sonuç olarak anlama ve anlatma(yani başkasının anlaması) eylemi yorumlamayla yakından ilişkilidir. Yorumlama bir anlatma ve ikna etme yolu olarak insanoğlunda var olan bir anlama eyleminin sonucudur denebilir. Aynı şekilde başkalarının da bizim anladığımızı anlamayı istememizin bir aracıdır yorumlama faaliyeti.

ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim