• BIST 8876.22
  • Altın 2928.215
  • Dolar 34.2375
  • Euro 37.4474
  • İstanbul 17 °C
  • Ankara 22 °C
  • Van 16 °C

MÜSLÜMAN KADINLARIN İLMİ ÇALIŞMALARDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

Mehmet Taş

    

İnsanlık âlemi, kadın ve erkekten müteşekkildir. Yaratılış itibariyle kadın-erkek değer bakımından müsavidir.

 

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden de pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinizden korkun…”( Nisa-1)Hayatın pratiğinde görev dağılımı vardır. Yaratanımız, bu görev dağılımını, yaratılıştaki fizyolojik ve psikolojik yapıya göre tespit ve taksim etmiştir. Yoksa bu görev dağılımı, kendi başına insanlar arasında herhangi bir üstünlük veya ayrıcalık sebebi değildir/kılınmamıştır. Kim olursa olsun, üstünlüğün yegâne ölçüsü, kulun Rabbi ile olan yakınlığıdır. O’ndan korkması, O’na sığınması, O’na bağlanması, O’nun emir ve yasaklarına uyma konusunda gösterdiği hassasiyet ve samimiyettir. Hayat pratiğinde,İslam’ın erkek ve kadının fıtrat gerçeğine göre vazettiği görev taksimi, sadece bu hayatın daha rahat yaşanabilmesi içindir.

 Fizyolojik olarak kadınlar, erkeklere oranla daha naif ve zarif yaratılmışlardır. Bu naiflik ve zariflik,aynı şekilde psikolojik yapıya da yansıtılmıştır. Ve bu yaratılış şekli sadece insanda değil; hemen, hemen bütün yaratılmışlarda/canlılarda söz konusudur. Başka bir ifade ile kadınlar; ruhen erkeklerden daha gelişmiş/hassas olarak yaratılmış iken; erkekler de fiziken kadınlardan daha gelişmiş/kavi olarak yaratılmışlardır. Bu farklılıklar,her cinsin fıtratına uygun olarak hayatta üstlendikleri/üstlendirilenhak, görev ve sorumluluklar ile uyumlu olarak Rabbimiz tarafından verilmiştir. Örneğin kadınlar, erkeklere oranla daha şefkat ve merhamet sahibidirler.(İstisnalar olabilir) Zira annelik vasfı bunu gerekli kılmaktadır. Henüz dünyaya gözlerini açmış olan bir yavrunun (bebeğin) gelişip büyümesi sürecinde ciddi manada şefkat ve merhamete ihtiyacı vardır. Ki bu ihtiyacı da Rabbimizin kadınların yüreğine yerleştirmiş buyurduğu o şefkat ve merhamet yoluyla karşılanmış olmaktadır. Diğer yandan erkek fıtratı daha gerçekçidir. Duygusallık geri plandadır. Olayların akışına kendisini kaptırmadan müdahale etme, direnç gösterme, yön verme gibi konularda daha etkindir.

Hayatın pratiğinde, kadın ve erkek için hem ortak olan ve hem de ayrı olan alanlar söz konusudur. Bu alanları kısaca birkaç başlık altında toplamak mümkündür:

1-Mesela annelik ve anneliğin gerektirdiği sorumluluklar tamamen kadına aitiken; babalık ve babalığa ait bütün sorumluluklar da tamamıyla erkeğe aittir. Annelik ve babalık fıtrattan gelen özelliklerdir. Bu özellikler tamamen kişinin cinsine aittir. Her cins, kendisine ait olan bu özellikleri hem korumak ve hem de kullanmak sorumluluğundadır. Ki bu hal üzere hem insan nesli normal mecrasında devam edebilsin ve hem de aile kurumu ve toplum sağlığı korunabilsin. Hem yeni nesil doğal/Rabbani sınırlar içerisinde belirlenen bir ortamda yetişsin ve hem de insan huzur ve mutluluğu yakalayabilsin. Bu konudaki cinslere ait sorumluluk, kesin hatlarla birbirinden ayrılmıştır. Aynı zamanda hayatın birer yarısını oluşturan kadın ve erkek; kurulan aile birlikteliğinde ve bu birliktelikteki görev dağılımı yoluyla birbirisinin tamamlayıcısı olmaktadırlar. 

2-Evin içindeki işler kadın sorumluluğuna, dışındaki işler ise erkek sorumluluğuna verilmiştir. Fakat bu konudaki sorumluluğun sınırları, bir önceki başlıkta olduğu kadar kesin hatlarla ayrılmamıştır.Yeri geldiğinde veya gerektiğinde kadın belli kurallar dâhilinde ev dışındaki işlerle meşgul olabilirken; keza erkek de aynı şekilde ev içi işlerle ilgilenebilir ve hatta ilgilenmelidir. Kadın icabında evin geçiminde erkeğe yardımcı olabilir. Hatta bazen evin geçimini tamamen de üstlenebilir.İş hayatına atılabilir, ticaret yapabilir. Erkek de ev işlerinde kadına yardımcı olabilir. Hatta bazen evin temizliğinden tutun da, yeme-içme konusundaki ev içi işlerin çoğunu ifa edebilir.Her konuda olduğu gibi, bu konuda da âlemlerin efendisi, Efendimiz en güzel örnektir müminlere. Ev ortamı bir bakıma insanın huzur yeridir. Unutulmaması ve göz ardı edilmemesi gereken ne önemli konuların başında; aile içi ilişkilerde son derece içten, samimi, gösterişten uzak olunmasıdır. Bu konuda Rasulullah (sav)den birkaç örnek vermek isterim:

a)Rasulullah (sav), daimahanımlarının faziletlerini kendilerine söylerdi. Bir bakıma daima onlara iltifatlarda bulunurdu.

b)Rasulullah (sav), gerek sözlü olarak ve gerekse davranışlarıyla eşlerine kendilerini sevdiğini ifade ederdi.

c)Rasulullah (sav),kendisine yapılan yemek ve benzeri davetlere zaman, zaman hanımının da yanında olması kaydıyla kabul ederdi.

d) Peygamber efendimiz (sav), bazen eliyle yemek yerken hanımının yediği şeyi onun elinden alarak, onun yediği yerden yer ve aralarında ünsiyeti kavileştirirdi.

e) Peygamber Efendimiz (sav), hanımından önce yemeğe başlamazdı.

f) Eşiyle genel olarak istişare ederdi.

g) Çocuk bakımında eşine yardım ederdi.(Buhari, Megazi)

h) Peygamber efendimiz (sav), üzüntülü anlarında eşini teskinederve onun üzüntüsünü paylaşırdı. Bir gün Safiye validemizi üzgün görünce, nedenini sormuş ve eşlerinden birisinin kendisine ‘Yahudi asıllı ‘ olduğunu hatırlatması üzerine, Safiye validemiz de buna çok üzülmüştü. Rasulullah Efendimiz kendisine: ‘Bir daha sana böyle bir şey derlerse, sen de onlara şu cevabı ver: Benim babam Hazreti Harun, amcam Hazreti Musa, kocam da Hazreti Muhammed Mustafa’dır. Siz bana karşı neyinizle övünüyorsunuz? (Tirmizi, Menakıb,63)

Mübarek ağzından bu inci misali dökülen kelimeleri duyan Safiye validemiz, elbette ki bütün sıkıntılarını unutarak huzuru saadetlerinden ayrılmıştır.

Hazreti Aişe’(ra) annemizin anlattığına göre Peygamber Efendimiz, hanımlarına yardımcı olurdu. Yırtık elbiselerini kendisi diker/yamar, ayakkabı söküklerini diker, ev süpürür, deveyi bağlar ve yemler, koyunları sağar, alışverişleri kendisi yapar ve alışverişlerinde aldıklarını kendisi taşırdı.

Yani bu konudakesin hatlarla ayrılmış bir zorunluluk ve sorumluluk yoktur.

3-Bazı konular ise tamamen ortaktır. Bu alan hiç kimsenin tekeline bırakılmadığı gibi, hiç kimse bu alandan mahrum da bırakılmamıştır/bırakılamaz. İşte hem kadının ve hem de erkeğin ortak olarak hem hakkı ve hem de sorumlu olduğu alanlardan biri olan konu; okumak/ilim konusudur.  Zira İslam nazarında ilim istisnasız bütün Müslümanlar tarafından gücü ve imkânları nispetinde elde edilmelidir. İlimsiz insan, cahil insandır ki; İslam, cehaleti büyük düşman olarak nitelemektedir. Hal böyle olunca erkek de, kadın da ilim elde/tahsil etmek durumundadır. Bu durum, her bir Müslüman için hem en önemli hak ve hem de en önemli sorumluluktur.

***********************************************

 Rabbimiz cins, renk, ırk, bölge ve benzeri hiçbir ayırım gözetmeksizin ilim öğrenmeyi emir buyurmaktadır. “De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) “De ki! Ey Rabbim! İlmimi arttır.”(Taha, 114)  Âlemlere rahmet olarak gönderilen efendimiz de, hem sözleriyle ve hem de bizzat hayat pratiğiyle ilme gereken değeri hiçbir ayırım yapmadan vermiştir. Bir rivayette şöyle buyurmaktadır: ‘Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kimseye cennetin yolunu kolaylaştırır.’(Müslim, Zikr, 39) Hiçbir Müslüman (kadın olsunerkek olsun fark etmez); ne suretle olursa olsun, Rabbimizin emri olan bu hakkından mahrum bırakılamaz/bırakılmamalıdır. Zira bu; Rabbimiz tarafından herkese tanınan hem fıtri bir hak ve hem de fıtri bir sorumluluktur.Bu konuda hiç kimseden olur/onay almaya gerek yoktur.Çünkü Müslüman’ca yaşayabilmek, Rabbine kulluğunu ifa edebilmek, insanlarla insani ilişkiler kurup geliştirebilmek, insanlık âleminin saygın bir üyesi olabilmek; başta kendisi için ve sonra da çevresi ile kurabileceği ilişkileri ve münferit olarak hayattaki her türlü sorumluluklarını yerine getirebilmesi için ilim öğrenme sorum(zorun)luluğu vardır.

İman, ilmi gerektirir. İlimsiz bir iman, meyvesiz ve gölgesiz ağaç misalidir. İlim aynı zamanda imanın ziynetidir. İmana anlam ve güzellik kazandırır. Cehaletten kurtulabilmenin, insani hasletlere bürünebilmenin temel ölçüsü ve gereği ilimdir. İşte bundan dolayıdır ki belli bir yere kadar ‘farzı ayn’ ilimler vardır. Bu ‘farzı ayn’ ilimleri her bir Müslüman mutlak şekilde elde etmeli, anlamalı ve o ilmin hükümleri çerçevesinde hayatına şekil vermelidir.Bu konuda pek çok Rabbani emirler vardır: “…Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleriderecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücadele, 11) Bu ayeti celiledeiman ve ilim beraberce zikredilirken; Allah katında insanın derecelerle, katbekat yükselebilmesi, ilim ile ilişkilendirilmektedir. İlimsiz imanın bir bakıma Rabbimiz katında kıymeti harbiyesinin olmadığı vurgulanmış buyrulmaktadır.‘İlim tahsil etmek, her Müslüman’a farzdır (İbniMace, Mukaddime, 17). Âlemlerin Efendisi, efendimiz ne güzel buyurmaktadır. Her insanın mümince yaşabilmesi için gerekli olan ilmi öğrenmesi kendisine farzdır.Ebu Derda (ra) Rasulullah (SAV)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: ‘Âlimler Peygamberlerin varisleridirler.’(Tirmizi, İlim, 19)İslam son derece ilme önem verirken; insanlığın yarısını teşkil eden kadınları nasıl ilimden uzak kalmasına müsamaha göstersin?! Gerek Kur-an’ı Kerim’de ve gerekse sünneti sahihte asla böyle bir şey söz konusu değildir…

Şurası unutulmamalıdır ki; her bir toplum; kendi hayatının normal şartlarda idamesi için gerekli olan her türlü ilmi, bilimi, teknolojiyi kendi toplumun üyeleri tarafından edinilmesi zorunluluğu vardır. Yani fıkıh, tefsir, siyer, akaid, hadis gibi itikadi ve ameli bütün ilimlerde olduğu gibi; teknoloji, fen, sosyoloji, astronomi, dil, edebiyat, matematik, bilişim… gibi akla gelen ve toplumsal açıdan elzem olan bütün bilgilerin elde edilmesi ve aynı zamanda gereği üzere toplumsal olarak o bilgilerden yararlanılması İslam’a göre bir farziyettir. Farzı kifaye olan bu ilim ve bilgiler; ta ki o ilim ve bilgi dallarından ihtiyacı kadar öğrenilinceye kadar bu farziyet toplumun her bir ferdi için (farzı ayn) söz konusudur.

***********************************************

 İlim, insanın ufkunu açar, yol gösterir, hidayete erdirir, Rabbini tanıtır. Kul ile Rabbi arasındaki ilişkileri düzene koyduğu gibi; insanların insanlarla ve insanların tabiatla/doğaylailişkilerini de düzene koyar.…“…Allah’tan (gerçek manada) ancak alimler korkar….”(Fatır-28 )Ayeti celilesi kulun Rabbi ile gereği üzere ilişki kurbilmesi içi ilmin önemini göstermektedir.Efendimiz de bir rivayette şöyle buyurmaktadır. Enes radiyallahuanh anlatıyor: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Uhud öyle bir dağdır ki; biz onu severiz, o da bizi sever.’ (Tirmizi, Menakb,  3918)  Evet, kendisi Uhud’u severdi, Uhud da kendisini. Kendisi tabiatı severdi, tabiat da kendisini. Kendisi ümmetini severdi; ümmeti de kendisin! Sevgi ve rahmet peygamberi; hem dünyanın en seveni ve hem de dünyanın en sevileni idi.

İlimsiz olanlar; ne insanlığı bilir, ne de insanlığını. Ne Rabbi ile ve ne de Rabbinin eseri olan kâinat ile ilişkilerini sağlam bir zemine oturtabilir. İnsanlar arası ilişkilerinde sorunlu olur, sıkıntılı olur. Ehli ilimdir ki; eğriliklerin üstesinden Rabbani ikaz ve işaretlerle gelir, şeytani plan ve desiselerden korunur ve korur. İbni Abbas (ra) anlatıyor: Rasulullah buyurdular ki: ”Tek bir fakih, şeytana bin abidden daha yamandır.”(Tirmizi, ilim-19)İlimdir ki, ehlini Rasullere varis kılar. Gerek fert ve gerekse toplum olarak insan ya ilim ile gelişir, ilerler, insanlığını korur, Rabbini tanır ve O’na kul olur; ya da ilimsizlikten dolayı geriler, inhiraf eder, insanlığını yitirir, Rabbinden bihaber kalır ve cehalete sürüklenir. Kişiliğin, benliğini yitirir, Allah (cc)’dangayrisine kul olur…

Şüphesiz ki insanın en büyük düşmanı cehalettir.“De ki! Ey cahiller! Bana Allah tan başkasına kulluk etmemi mi istiyorsunuz …“ (Zümer, 64)İslam nazarında cahil;üçana kategoride toplanır:

1-Kendini bilmeyen: İlimden yoksun kalan kimse, kendisini tanımaktan aciz olan kimsedir. Çünkü kendisini yaratanın; nasıl, ne için yarattığından habersiz bir haldedir. Kendi tanımını ve tanıtımını bilmemektedir. Değer ve kıymetini bilmemektedir. Hedef ve gayesini bilmemektedir…

2-Rabbini bilmeyen: Cahil insan Rabbinden bihaber bir hal üzeredir. O’nun hükümlerinden, yüceliğinden, lütuf ve kereminden, ceza ve şiddetinden gafilce hayat sürdürür.

3-Şirk koşan, müşrik olan kimselerdir: Hem kendisini ve hem de Rabbini bilmeyenin; insanca yaşayabilmesinden söz etmek elbette ki çok zordur. Varlığının gayesini bilmeyen; gayeden gafil yaşar. Haliyle kulluk şeref ve makamından uzak, şirk üzere yaşamaya mahkûm olur. Şirk üzere yaşayan ise yeryüzünün en değersiz varlığına dönüşür.

İnsanı kendisine bildiren, tanıtan ve hatta insan kılan ilimdir. Allah (cc) , Âdemi yarattıktan sonra kendisine ilim verilmesi sonucu, meleklerin bilmediklerine sahip kılarak, meleklerden üstün bir konuma yükseltti. “Ve Âdeme isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere gösterip; ‘Haydi, davanızda sadıksanız, şunların isimlerini bana haber verin.’ dedi.” (Bakara, 31)Peygamber efendimiz birhadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur. “Âlimin abide olan üstünlüğü; benim sizin en aşağı derecedeolanınıza olan üstünlüğüm gibidir.” (Tirmizi, ilim 19)İşte ilmin en güzel Rabbani ve Nebevi tanıtımı ve tarifi…

Ancak ilim ileinsan her türlü cehaletten, şirretten, süflilikten kurtulup; Rabbi katında değer sahibi olabilmektedir. Tarihi yaşanmışlıklar da göstermektedir ki; ilim ile insanlık aydınlık ufuklara doğru yol alabilmiş, huzur ve güven kazanabilmiş, yükselme ve ilerleme kat edebilmiş; hukuk ve adaleti tesis edebilmiştir. İlimsiz olduğu yerlerde ve dönemlerde ise, her türlü zulme duçar kalmış, rahat ve huzuru yitirmiş, güven ve samimiyeti kalmamış ve bu hal üzere olan insanlar; yeryüzünün en tehlikeli, en zararlı, en vahşi yaratıkları haline gelmişlerdir. Bundan dolayıdır ki hemen, hemen bütün peygamberler, mücadelelerinin en başına; ’Cehalet ile mücadeleyi’ koymuşlardır.

“Sen yine de affa sarıl,iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”Yüce yaratandan gelen enfes direktifler, insanlığın önderini mükemmel bir şekilde yönlendirmekteydi! Evet, peş peşe gelen Rahmani direktiflerin başında ‘affedici’ olma sıfatı gelmekteydi. Affet! Zira karşılaştığın cahil cuheladan olanlar; yanlışlıklar, kabalıklar, densizlikler, yüzsüzlükler yapabilirler. Bütün bu olumsızluklar, beşeri ilişkiler kaynaklı ise affet, önemseme, ilişkini koparma… Onların bu tür hal ve davranışlarına karşı affedici ol! Rabbinin emirlerini en güzel şekliyle tebliğ etmeye, onları davet etmeye devamet… İyiliği emret. Eğer bütün bu olumsuzluklar dini bir yöne matuf ise, o zaman da cahillerden yüz çevir… Peş peşe gelen üç tane rahmani direktif; Birinci adım; affedici ol,! İkinci adım; iyiliği emret ve üçüncü adım ise cahillerden yüz çevir!!!

Bazı cahil/müşrik insanlar ise Rasulullah (sav)’in huzurunda haddi aşarak, kendi putlarına saygı duymasını ve buna karşılık olarak da kendilerinin de Allah(cc)’a ibadet etmelerini teklif etmeye kalkıştılar. İşte buna cevap olarak da Rabbimiz Zümer 64. Ayeti Kerimeyi inzal buyurdu:“De ki!Ey cahiller! Şimdi bana O Allah’tan başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz?”(Zümer,64)Bu uyarı, şüphesiz ki Rasulullah (sav)’e gelmiştir. Ama şurası kesindir ki,Rasulullah (sav)’in böyle bir yanlışa (hâşâ) düşmesi mümkün değildir. Zira bütün Resuller, fıtrat olarak pak yaratılmışlar ve bu tür davranışlardan beridirler. Haliyle bu uyarı, daha sonra gelecek olan ehli iman için bir uyarıdır ve bu uyarınınuygulayıcısı ve göstericisi de şüphesiz ki Resulü Ekrem’dir.

İslam, ilimkonusundakadın erkek ayırımı yapmamıştır. Efendimiz (sav)’in,bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurduğu rivayet edilir: ‘İlim taleb etmek (kadın-erkek) her Müslüman’ın üzerine farz kılınmıştır’.(İbniMace, Mukaddime, 17) İnsanlık tarihi bir bakıma ilim ile cehaletin mücadelesi tarihidir. Çünkü insanlık tarihi boyunca insanlar arasında daima bir mücadele var olagelmiştir. Her ne kadar bu mücadelenin nedenleri zaman, zaman farklılıklar arz etse de; ana temel ilim ve cehalet çatışması olmuştur. Ekonomik çatışmalar, ailesel/klan çatışmaları, etnik çatışmalar, sınıfsal çatışmalar, fikirsel-zihinsel çatışmalar… Evet, hemen, hemen tüm çatışmaların altında az veya çok cehalet yatmaktadır. Ancak Rabbani ilimlerin, emirlerin ışığında insanlar birbiriyle ilişkiler kurarak gelişir, bilgilenir ve hayatlarını bu minval üzere şekillendirirlerse; bütün bu sayılan ve daha sayılmayan nice olumsuzluklar ortadan kalkar ve ancak o zaman insanlar arasında çatışmaya yol açan nedenler de kalkmış olur.

*****************************************

İslam’ın ilk yıllarında Müslümanlar kadın-erkek, küçük-büyük, topyekûn ilim ile haşir neşir olmuşlardır. Dolayısıyladır ki o asra insanlık tarihinde ‘Asrısaadet’ denilmiştir.  Bu isim ile tam anlamıyla müsemma olan sahabe kiram efendilerimiz; gerçekten Aziz rehberlerinin rehberliğinde, kısa bir sürede müthiş kültürel gelişme gerçekleştirip, gerçek bir medeniyet tesis etmişlerdir. Adeta tarihte görülmemiş ve görülemeyecek bir okuma-yazma/ilim seferberliğini başlatmışlar ve başarmışlardır. ‘Hikmet(değerli bilgiler); müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa almaya daha hak sahibidir.’ ( Tirmizi, İlim, 19)Onlar, bu vesileyle daha sonra gelecek nesillere bu bilgileri sağlıklı bir şekilde veolduğu gibi aktarmanın bilinç ve sorumluluğuyla, hem Kur-an’ı Kerimi ve hem de sünneti seniyeyi gereğince öğrenmeye, yaşamaya ve aktarmaya cehdediyorlardı.

Sahabei Kiramın, ileri derecede ilim sahibi olanlardan; Hz. Ali, Hz. Ömer, İbni Abbas,  UbeyİbniKab, Zeydİbni Sabit, Ebu d-Derda, İbni Mesut, İbni Ömer, Hz Aişe,Hz Ebubekir, Hz.Osman, Ebu Musa,Muazİbni Cebel, SaadİbniEbiVakkas, Enes İbni Malik,  Cabir, Ebu Said, Talha,Zübeyr, Abdurrahman İbniAvf, Ümmü Seleme, Selman gibi mübareklerden bahs edebiliriz.

Ayrıca kadın sahabelerden ilim sahibi olanlardan; Hazreti Hatice Annemiz (Huveylid b. Esed’in kızı)  Hz. Hafsa Annemiz(Hazreti Ömer’in kızı), Ümmü Seleme Annemiz (Ebu Ümeyye Süheyl Bin Mugire bin Abdullah’ın kızı)Ümmü Habibe Annemiz(Ebu Süfyan’ın kızı), Hz. Fatıma,Ümmü Şerik (Cabir İbnHakim’in kızı),Ümmü d-Derda(Ebu HadretEslemi’nin kızı), ÜmmüSelemenin kızı Zeyneb, ÜmmüEymen(Efendimizi emziren Habeşlidir Asıl adı BerekeBintiSa’lebe’dir),   Atike b. Zeyd (AşereiMübeşşereden Said İbniZeyd’in kız kardeşi), Fatıma b. Kaysi(FihroğullarındanKays’ın kızı gibileri de ileri derecede ilim sahiplerdrler.( İbniHazm, Cevami u Sire, s. 223)  Tabiidir ki daha yüzlerce ilim sahibi hanım sahabeden bahsetmek mümkündür.

Örnek Hanım Alimelerden Portreler:

1-Hazreti Aişe Annemiz (ra):Hazreti Aişe Annemiz, daha Mekke’de iken ilmi çalışmalara başlamıştır. O,üstünzekâsı,derin kavrayışı, güçlü hafızası, Arapça diline hâkim ve belağatlı/güzel konuşması ve ilme olan ileri derecede düşkünlüğüyle hem Kur-an’ı Kerimi ve hem de Peygamber Efendimizi iyi anlamasıyla ve kendine has pek çok güzide meziyetleriyle pür dikkatleri üzerine çekmiştir. Hicretten sonra Peygamber Efendimiz ile evlenmesinden sonra ise tam anlamıyla ilim ile uğraşmış ve bu konuda Medineli kadınların bir bakıma öğretmenliğini/eğiticiliğini üstlenmiştir. Hazreti Aişe’nin çalışmaları sonucu Medine Hadis ve fıkıh ekolü kurulmuş diyebiliriz. Kur-an tefsiri alanında; ayetlerden nasıl hüküm çıkarılacağını, kıraat vecihlerini, nüzul sebeplerini ve kelimelerin delaletlerini ve sünnetin anlaşılmasında ilmi tenkit yönteminin geliştirmesi işlerinde öncülük etmiştir. Medine’de bir bakıma ilim danışma otoritesi olmuştur. Kendisine sorulan sorulara sadece şifahi cevaplar vererek kalmamış; pek çok konuda başka şehir ve yerleşim yerlerinden mektuplarla kendisine yöneltilen sorulara,mektuplar yazarak cevaplar/fetvalar verere; ilmin yazılı olarak gelişmesine de rehberlik etmiştir. Haliyle kendisinin Medine’deki evi tam anlamıyla ilim-irfan merkezi olmuştur.(Prof.Dr. Abdullah KAHRAMAN, Hz. Peygamber’in Eşleri)

2- Fatıma BintiKays:Babası Kays bin Halid. Hz Fatıma BintiKays, ahlaki güzelliğinin yanında fiziki açıdan da güzel bir kadındı. Akıllı,bilgili,fadıla(Üstün özellikli), isabetli rey sahibi, ince düşünen, fadlü kemali yüksek bir hanımefendi idi. Ravilerin çoğu kendisine istinaden hadis rivayet etmişlerdir.

Hazreti Ömer’in şahadetinden sonra, müşavere meclisi onun evinde toplanmıştır. Üstün güzellik, özellik ve dirayete sahip olduğundan, hilafet meselesi hakkında kendisine de danışıyorlardı. (Kütübü Sitte C.11 İbrahim CANAN)

3-Hicri 714 yılında vefat eden Fatıma Binti Abbas:Bağdat’ta 13. YüzyıldaRibatü’l Bağdadiye adında kendisine ait bir tekkesinin/medresesinin olduğu rivayet edilmektedir. Kendisi, medresesinin şeyhi olarak özellikle kadınlara ilmi dersler verildiği bilinmektedir. Sık, sık ulema ile ilmi münazaralara katılan Fatıma Bint-i Abbas, aynı zamanda medresesini kimsesiz olan kadınlar içi hem bir ilim merkezi ve hem de bir yurt-sığınma evi haline getirdiği söylenmektedir.

Entelektüel birikimiyle İmam İbniTeymiye’yi şaşırtan bir kadın fıkıhçı/hukukçu.Özellikle Suriye ve Mısır’da kadınlar onun derslerinden oldukça istifade etmişler.Kitaplarda fakih,âlim, yüksek isnatlarındayanağı, müftü, yanlışsız, zamanının eşsizi gibi yüksek sıfatlarla anılıyor. (DR. M. E. Nevi)

4-Eş-Şeyha Şühde:Fahru n Nisa lakabıyla anılmıştır. Bağdat mescidinde büyük topluluklara ders verirdi. Dersini dinlemekiçin kalabalık bir talebe kitlesi daima hazır bulunurdu.Dini ilimlere ilave olarak; edebiyat, belagat ve şiir dalında da konferanslar vermiş, geniş kültürü ve fesahati ile ünlü âlimler ve büyük müderrisler arasındaki haklı yerini almıştır.(Sultan ÇALIŞKAN Rehber Dergisi, 36.Sayı)

5-Fatıma BintiAlauddin el Semerkandi:AlauddinSemerkandi (Hicri 5.yy sonu ve 6.yy ilk yarısı) zamanını ünlü Hanefi fakihlerindendi. Ünlü Hanefi Fıkıh kitabı TuhfetulFukeha adlı eserin de müellifidir.Kızı Fatıma da babasının dizinde ilim öğrenmeye başladı.Evlilik vaktine erişince evleneceği adamdan aradığı tek şartı; babasının kitabını en güzel şekilde şerh etmesi idi. Onlarca yapılan şerhlerden Kasani’nin şerhi en beğenileni oldu ve Onunla elenmeye karar verdi.Kasanide böylece çok saygı duyduğu hocasının damadı olmuştu.Fatıma Hanım; hem iffet, ahlak, cömertlik ve güzellikte ve hem de ilimde ün yapmıştı. Fatıma Hatun,Kasani ile evlendikten sonra Babası, Kocası ve kendisi olmak üzere üçlü olarak fetvalara imza atmaya başladı. Uzun süre HalepHaleviyye Medresesinde hocalık yaptı. Aynı zamanda Rivayetlere göre İmam Kesani talebelerinin sorduğu sorulara cevap veremediği zaman, talebelerinden müsaade isteyip Fatıma Hatun’a gider, hanımındansorulara cevapları öğrenir ve öylece gelip talebelerine cevap verirdi.(Prof.Dr. Ekrem Buğra EKİNCİ)

İbni Hacer (Hicri 773-850 ) Hicri sekizinci asır ricali için yazdığı ed- Dürrerü’lKamine adlı eserinde 170 tane kadın muhaddisin kısa biyografisini sunmuştur.

İslam tarihinde sekiz binin üzerinde hanım alimelerden bahseden Hindistan asıllı ve Oxford İslami Araştırmalar Merkezi Öğretim Üyesi Dr. Muhammed Ekrem Nedvi, Müslüman kadın âlimler üzerine Muhaddisat isimli 40 ciltlik bir eser neşretmiştir. Ve bu eserini yetmiş beş cilde çıkarmayı da düşünmektedir. Bu eseri yazmasının nedenini; günümüz batı dünyasının, İslam ve Müslümanların kadınlara önem vermediği yönündeki iddialarına cevap bulmak olarak açıklamaktadır. Ama işin içine girdikten sonra ise, işin tamamen farklı olduğunu öğrenmiş ve bu gerçeği onlara da gösterdiğini ifade etmektedir.

İmam Şafii, İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Buhari, İmam İbniTeymiye, İmam Zehebi, İmam Suyuti gibi pek çok İslam âlimin onlarca ve hatta yüzlerce hanım hocaları vardı.FatımaBintiMünzir de; İmam Ebu Hanife ve İmam Malik’in hocası olan Hişam Ebu Urve’nin hocasıdır.

İbni Hacer el Askalani, Tehzitu t-Tehzibadlı kitabında 1543 kadın fakih ve muhaddisin hal tercümesini verir ve onlar hakkında; ’hepsi de güvenilir ve bilgili kimselerdir’ der.    (09.10.2010 Turan Kışlakçı. Nedvi ile röportajından)

Evet, daha fazla örneklemelere gerek görmüyorum. Ama İslam’ın genel olarak ilme önem verdiği gibi, kadının ilim sahibi olmasına da çok önem atfettiğini ifade etmek gerekir. Zira kadın,aslında insanın mimarıdır. İnsan kim olursa olsu, ilk tedrisatını kadından almak ve onun ellerinde şekillenmek durumundadır. Dolayısıyla kadın ne denli halim, âlim, selim olursa; bir bakıma toplumun da geleceği o kadar parlak olacaktır. Kadının ilimsiz, kültürsüz, görgüsüz kaldığı oranda ise, o topumun geleceği de o orandakaranlıktır demektir.

Helali, haramı, kişisel fıkhi hükümleri, İslam’ın ön gördüğü insan ilişkileri, ibadi ve akidevi ölçüleri iyi bilen; hilm sahibi, takvayı benliğine derc etmiş, hak hukuk sınırlarını iyi bilen ve bu sınırlara hassasiyetle riayet eden bir kadın; tabiidir ki sağlam, güvenli, huzurlu bir toplumun oluşumunda çok önemli rol sahibi olacaktır. Aile ve toplumsal yapının sağlamlığı; kadının toplum içindeki kişilik yapısıyla direkt ilişkilidir.

Rabbimizin ölçülerine bakıldığında, insanın eğitiminin doğum öncesine kadar gittiğini anlamaktayız. Zira bir çocuğun gelişiminin; annesinin karnına düştüğü andan itibaren, annesinin hal ve hareketlerinden, hayat tarzından istisnasız olarak etkilendiği bir gerçektir. Annenin helal ölçülere dikkat ederek beslenmesinden tutun da, konuştuğu kelimelere kadar; psikolojik durumundan tutun da sosyal ilişkilerine kadar, bütün yaşantısı tamamıyla anne karnındaki bebeğin/fetüsün gelişimini etkilemektedir. Eğer anne, Kur-an ve sünnet ile haşir neşir olur, ibadet ile iştigal eder, hayır üzere olursa; ileriki hayatında bebek/çocuk üzerinde hem sağlık açısından, hem zekâ açısından ve hem de kişilik yapısı bakımından önemli faydalar sağlayacağı muhakkaktır.

Kadının ilimsiz kalması demek, en başta toplunum yarısının ilimsiz olması demektir. Peşinen ilimsiz, irfansız kadın demek;bundan kaynaklanarak kuralsız, kaidesiz, sağlıksız, izansız, mutsuz,umutsuz, huzursuz bir toplum ve gelecek demektir. Çağımızın en büyük sıkıntı ve buhranların başında; İslami anlamda toplumun, öncelikli olarak da kadının ilimsiz/bilgisiz kalmasından dolayı yaşanan toplumsal buhranlar gelmektedir. İlimden uzak bir kadın profili, dünyalık zevk ve sefalara gark olur, bütün arayışlarını dünyalıklara yöneltir, sevgiyi, huzuru, saadeti, kadir vekıymeti dünyalıklarda arar. Fıtratı kaybeder, kendisini, benliğin fıtratın dışındaki mecralara mahkûm eder. Böylece kendisinde, ailesinde, toplumsal yapıda huzur,mutluluk, rahat, güven, adab, edeb, ar, hayâ; evet kısacası erdem adına hiç ama hiçbir şey bırakmaz/ kalmaz. Nitekim günümüzde toplumsal ahlaksızlıkların, densizliklerin temel etmenlerinden birisi de muhakkak kadınların bilgisiz, bilinçsiz, kalmasıdır. Daha ötesini söylemeye de gerek yok diye düşünüyorum.

Batı insanı, kültürü ve zihin yapısıyla beraber tam anlamıyla bir cehalet çukurundadır. İnsanlık namına batının hiçbir sermayesinin kalmadığı kanaatindeyim. Ama ne yazık ki İslam toplumunu da kendilerine benzetme konusunda hayli yol almışlardır. İslam toplumu, onlara benzemeye çalışı(lı)rken, ne tam olarak onlara benzeyebilmekte ve ne de kendi kişiliğini, şahsiyetini koruyabilmektedir. Diyeceğim şu ki; batı karanlığa saplanmıştır. Onlara benzeme yolunda olan Müslümanlar(!) ise zifiri karanlığa saplanmışlardır.

Şimdi acilen yapılması gereken şey; yeniden top yekûn medeniyetimize dönmektir. Yeni nesil ve yeniden yeni bir bilinç lazımdır. Ümmet olarak ve özellikle de Müslüman kadınların ilim ile tekrar buluşmaları gerekir. İslami bilincin oluşması için eğitim öğretim çalışmalarının yeniden düzenlenmesi, medrese usulü eğitim kurumlarının yeniden canlandırılması, geleneksel İslami ilimlerin çağımıza uygun olarak yeniden düzenlenerek tedrisinin sağlanması; ahlak, adab, iffet, hayâ,izzet, zerafet, merhamet… gibi İslami hasletlerin benliklere yeniden kazandırılmasının sağlanması… Evet, yeniden oluşumu gerçekleştirebilmek için, yeniden ayağa kalkılması gerekmektedir. Güzel akıbet; takva sahiplerinindir. Selam ve muhabbetle                                                                                                                                                                             

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim