İslam ümmetinin bu günkü içler acısı hale gelmesinin elbette ki, pek çok nedeni vardır. Eminim ki bu nedenlerin en önemlilerinden birisi “istişare” ile ilgilidir. Zira hayatın pek çok alanında İslami kıstasları yitirdiğimiz gibi, istişare konusunda da İslam’ın kıstaslarından fersah, fersah uzaklaşmış bulunmaktayız. Haliyle bu gün ümmet olarak topyekun bir şekilde İslami kıstaslarımıza yeniden bir dönüşü gerçekleştirmek mükellefiyetindeyiz. Aksi durumda içler acısı halimiz devam edecektir. Aynı zamanda indi İlahi’deki sorumluluğumuzu da ifa etmemiş ve büyük vebal altında kalmış olacağız…
“Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler.” (Şura, 38)
Sonsuz kerem sahibi Rabbimiz bu ayeti celilede dört ana konuya/haslete temas buyurmaktadır. Bu dört ana konu/haslet, iman etmiş olanların pratik hayatına şekil vermektedir. Müslümanların yaşantılarının nasıl olması gerektiği konusunun bir bakıma stratejik alt yapısını vuzuha kavuşturmaktadır. Çok kısaca bu dört konuya işaret edip bilahare konumuzu teşkil eden istişareyi etraflıca irdelemeye çalışalım inşaallah.
Şu noktaya pür dikkat kesilmemiz gerektiğine inanmaktayım: Rabbimiz anlam ve içerik yönüyle birbiriyle yakın alakalı olan konuları Kitab-ı Mübindeki sıralamada da (peş peşe gelen ayetlerde ve ayetlerdeki sıralamalarda) genellikle birbirine yakın bir şekilde, aralarındaki bağ ve ilişkilere işareten zikreder. Eğer ki, Kur-an’da bazı kavramlar, özellikler, durumlar, haller vs. vs. yan yana, peş peşe zikrediliyorsa, bunların birbiriyle bağlantı nedenlerine dikkat etmemiz gerekmektedir!!!
Bu ayeti celilede, müminlerin belli başlı özellikleriyle ilgili olarak zikredilen konuları şöyle sırlayabiliriz:
1-Rablerine icabet edenler
2-Namazı dosdoğru kılanlar
3-İşleri aralarında “şura” ile olanlar
4-Kendilerine rızık olarak verilenleri infak edenler
Ayeti celilede buyrulan bu dört konunun/hasletin, ümmet olarak içinde bulunduğumuz vahim duruma binaen ve bu gün yine ümmet olarak; sosyal, siyasal, zihinsel, kültürel, ekonomik, eğitsel… gibi her türlü imani ve ameli hayatımızda ne kadar önemli olduğunu anlamaktayız. İslam’ın tümünde olduğu gibi, eğer bu dört konuyla ilgili olarak gereken özeni göstermiş olabilseydik, bu gün Müslümanlar olarak yaratılış gayemizin bilincinde olur ve insanlık âleminin önderi, yol göstericisi, adalet dağıtıcısı olurduk. Allah’ın (cc) adil sisteminin başta insanlar olmak üzere, yeryüzünde ve bütünü şamil olarak adaletle uygulanmasını sağlar; her türlü zulmün, kıyımın, katliamın, kan ve gözyaşları dökülmelerinin önüne set olurduk. Ama olmadı, olmadık!!! Biz bu hazinelerimizden uzak kaldık, mahrum bırakıldık, gereken ihtiram ve hassasiyeti göstermedik, gösteremedik!!!
“ Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.” (Ali İmran, 110(
İslam’ın ana kaidelerinden biri olan ve Müslümanların hayatlarına şekil vermesi gereken kaidelerden biri olan şura ilkesini ve hasletini kaybettik. Tıpkı diğer pek çok İslami ilke ve hasletinde olduğu gibi…
Evet, bu ayeti celilede geçen hasletlerden biri şuradır.
''İşleri aralarında şura ile olanlar''
Ayeti celilede namazın akabinde “şura” gerçeğini dile getirmektedir. Rablerine gereği üzere icabet edenler ve bu gereklilik üzere namaz kılanlar tabiidir ki, hayatın bütün alanlarında Rabbani ölçüleri yegane ölçü edineceklerdir. İşte bunlar; her ne konuda olursa olsun, kendi işlerini de Rabbani talimatlar doğrultusunda yürüteceklerdir ki, her türlü iş ve işlemler, sorun ve meseleler, sıkıntı ve meşakkatler şura ile çözüme kavuşturulsun. Ehl-i iman, bütün bu ve benzeri hal ve durumlarda, her türlü nefsani ve enaniyeti bertaraf ederek ihlasla “şura” ipine sarılırlar ve böylece Rablerinin göstermiş bulunduğu hidayet üzere yol alırlar.
Şuranın Anlam ve Önemi:
Müslümanların her konudaki hayat ölçüleri, evvela Rabbinin emirleri ve bilahare“Resulullah’ın sahih sünnetidir. Rabbimiz şöyle ferman buyurmaktadır:
''Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab, 36)
Burada Rabbine sorusuz, sorgusuz ve gönülden bir teslimiyet söz konusudur. Bu teslimiyet, elbette ki, hayatı ilgilendiren her türlü iş, eylem, hal ve durumlar için geçerlidir. Bundan dolayıdır ki, müminler her türlü iş ve kararlarında, yegâne merci olarak Rabblerini bilirler. Zira Rabb kâmilen irade, ilim, hikmet, adalet, kuvvet… sahibidir. İman sahibi her mümin inanır ve bilir ki, Rabbe tam teslimiyet, körü körüne bir teslimiyet değil, gerçek istikamet üzere olmanın, gerçek hidayet üzere olmanın, gerçek emniyet üzere olmanın yegane şartıdır, yegane ölçüsüdür. Başka bir deyişle kişi eğer bütün yönleriyle Rabbinin ölçülerini hayat ölçüsü olarak almıyor ise dalalet üzeredir, istikameti kaybetmiştir, topyekun risk altındadır, tehlikededir.
Müminler, hiçbir konuda kendini beğenme, böbürlenme, büyüklenme gibi hastalıklara meyletmezler; emredici nefisten beridirler.
Mümin, müminin aynasıdır. Onu asla farklı görmez ve de göstermez.
Mümin, müminin kardeşidir. Ona asla haksızlık etmez, zarar vermez, zararını istemez.
Mümin, kendi nefsi için istediğini, mümin kardeşi için de ister.
Müminler birbirine danışırlar, dertleşirler, yardımlaşırlar. Her türlü sorunlarını (bazı özel sorunlar hariç) birbirine açarlar, iletirler ve beraberce çözüm yoluna giderler. Haliyle müminler arasında danışma, istişarede bulunma, fikir alma-verme gibi durumlar, tabii olarak kendini gösterecektir ve göstermelidir. Bu istişare ister ferdi konularda olsun, ister ailevi olsun, ister camia ile ilgili olsun, isterse yönetim hakkında olsun. İster ekonomik olsun, ister sosyal. Kapsayıcılığı açısından ister dar veya önemsiz olsun, ister son derece geniş ve hayati öneme sahip olsun, değişen bir şey yoktur.
İkinci olarak istişareye tabi olan alanlar vardır ve tabi olmayan alanlar vardır. Daha açıkçası ubudiyet, rububiyet ve akidevi konular gibi alanlar, Rabbi Rahman tarafından kesin bir şekilde emirlere/kararlara bağlanmıştır. Bu alanlarda Rabbimizin emir buyurduğu ve efendiler efendisi Rasulullah (sav)in de uyguladığı hal üzere olunur. Bu alanda herhangi bir tercih veya elastikiyet yoktur. Ama bir takım insan ilişkilerinde, beşeri hal ve durumlarda, dünyalık işler konusunda ise Rabbimiz belli başlı ana kurallar koyarak teferruatını, tafsilatını insana bırakmıştır. Bu alanlar; zaman ve zemine göre, hal ve şartlara göre değişebilir veya gelişebilir, geliştirilebilir. İşte bu konularda müminler arasında istişare zorunlu hale gelmektedir ki, Müslümanlar, yapmış oldukları iş ve işlemlerinde, varılan sonuç ve kararlarında mümkün mertebe isabetli olabilsinler.
“İstihare eden aldanmaz! İstişare eden pişman olmaz! İktisad eden (tutumlu davranan) yoksul olmaz.” (Taberani, Camiu-s Sağir)
Burada da efendimiz (sav) üç önemli konuya açıklık getirmektedir ki, bunlardan birisi de istişaredir.
Ebu Rukayye Temîm İbni Evs ed-Darî radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem :
"Din nasihattir" buyurdu.
Biz kendisine:
- Kimin için nasihattir? dedik
Peygamber Efendimiz:
''Allah, Kitabı, Resulü, mü'minlerin yöneticileri ve tüm Müslümanlar için nasihattir." buyurdu. (Müslim, İman 95; Buhari, İman 42; Tirmizî, Birr 17)
Burada geçen ‘nasihat’ kavramı; bizim günlük hayatımızda ve/veya Türkçe’de kulandığımız şekliyle basit olarak anlaşılmamalıdır. Tıpkı başka bir hadisi şerifte buyrulduğu gibi: "Hac Arafattır." (Ebu Davud, Menasik 68) Hac Arafattan ibaret değildir ama Arafat, haccın temel menasiklerinden birisidir. İşte nasihatin de din içindeki yeri, arafatın hac içindeki yeri gibi çok önemli bir yer kaplamaktadır. Nasihat ile kişi bilmediği, anlamakta zorlandığı veya tek başına altından kalkamadığı yahut yardıma ihtiyaç hissettiği durumlarda, ehline müracaat etme halidir. Bu konularda kendisine yapılan nasihatlere kulak vermek durumundadır. Nasihatte bulunan kişi, elbette işin ehli olmalıdır. Nasihatte bulunduğu konu veya alan hakkında donanımlı olmalı, konuya enine boyuna vakıf olmalıdır. Verdiği nasihatler ile kişiye, düçar olduğu çıkmazdan, sıkıntıdan isabetli bir çıkış yolu göstermelidir. Ve nasihat, istişarenin de bir gereğidir. Bu anlamda insanlar arasında bir sevgi, güven ve yakınlık bağı gelişir.
İstişare Nedir?
İstişare: “Yapılacak bir işte, tecrübeli, emin ve bilgili kimselerle her yönden konuşmak, meşveret etmek, onlara danışmak, sormak.
İstişarenin cemiyette de mühim bir yeri vardır. Durum devlet işlerinden şahsi duruma kadar insanları ilgilendirir.” (Rehber Ansiklopedisi)
‘İstişare ve şura kavramlarının fiil kökü “şevere”dir. Arapça'da “işaret” kelimesi, harf-i cersiz kullanıldığı zaman, bir şeyi tayin ederek göstermek, “ilâ” harf-i cerri ile kullanıldığı zaman, “işaret etmek; el, göz veya kaş ile ima etmek” anlamlarına gelir. Aynı kelime “alâ” ile kullanıldığında ise, “görüş bildirmek, yapılması gerekeni öğütlemek ve doğru yolu göstermek gibi” manaları ifade eder. İstişare, müşavere, meşveret, müşûre hep bu kökten türetilen “danışıp görüşmek ve işaret almak” manasına gelen mastar kelimelerdir.’ (Cevherî, İsmail b. Hammâd, es-Sıhah Tâcu’l-Luğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye)
İstişarede bir danışan ve bir de danışılan olduğu gibi, topluca fikir teatisinde bulunma, görüş ve fikirleri karşılaştırma şeklinde de olabilir. Nihayetinde ortak bir karar noktası kabul edilir. “Akıl, akıldan üstündür.” Atasözü de istişarenin önemine işaret etmektedir.
İstişare ile sorunların üstesinden daha rahat gelinir. Zorluklar daha kolay aşılır. Sorumluluklar tek kişiye değil, istişare heyeti üyelerince paylaşılır. Risk ve yanlışlara karşı daha duyarlı ve dayanıklı hale gelinir.
İstişarenin Önemi:
Efendiler efendisi, Efendimiz (sav)in şöyle buyurduğu rivayet olunur: Abdullah b. Abbas’ın Rasûlullah’dan şöyle rivayet ettiği söylenmektedir: “Siz akıllı insanın size yol göstermesini isteyin. Doğru yolu bulursunuz. Ona karşı gelmeyin. Pişman olursunuz.” (Kenzu’l-Ummal, Müsned Haşiyesi, c. I, s. 248)
Bu hadis-i şerif, istişare edilecek kimselerin iyi seçilmesi gerektiğine işaret buyurmaktadır.
İstişare, Rasululluh (sav)in beşeri iş ve işlemlerde daima başvurduğu bir yoldur. O, İman edenlere örnektir. O, müminlere rahmettir. O’nun yolunu takip etmek, müminler için bir zorunluluktur. O’nun yolunu terk etmek, mutlak bir hüsranı getirir. Bu hüsran, asırlar boyu İslam tarihinde net bir şekilde nice acılarla beraber tecrübe edinilmiştir. Bu tecrübelerden de bu gün gereken dersi çıkarmamak; büyük bir gafletle beraber, büyük bir hüsranı getirir. Nitekim, eğer akledebilirsek, ümmet olarak bu gün bir bakıma bu gaflet ve hüsranı yaşamaktayız!!! Zira dünya müstekbirleri tarafından, ümmetin ekser çoğunluğu yıllardan beridir inim, inim inletilmektedir. Yıllardan beri Müslümanların büyük bir kısmı tecavüzlere, katliamlara maruz kalmakta ve Müslümanların bütün değerleri talana maruz kalmaktadır. Müslümanlar, ayrı kamplara ayrılmış bulunmakta, her kamptaki Müslüman grup, kendisine tahakküm eden şeytani güçlerin kuklası durumuna düşmüş bulunmaktadır. Bu aktörler, ne yazık ki, ümmeti bölük pörçük etmiş bulunmakta ve hatta nice gafil ve de cahil Müslümanları (!!!) birbirine düşman kılmaktadır. Müstekbirler tarafından, bu minval üzere ümmetin yer üstü ve yer altı zenginlik kaynakları adına her ne varsa talan edilmektedir.
Bütün bunlar, ümmeti oluşturan halkların Resulullah (sav)in yolunu terk etmesinden kaynaklanmaktadır. O’nun getirdiği davaya gereğince sahiplenmemekten, O’nun ahlakını ahlak edinmemekten, O’nun sünneti seniyesini arka plana atmaktan kaynaklanmaktadır. O’nun getirmiş olduğu diriliş şuurunun kaybedilmesi, O’nun getirdiği ümmet bilincinin yitirilmesi ve cahili bir hal, hareket ve yaşam tarzının Müslümanlar arasında yeniden nevşu nema göstermesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla günümüzün bütün engellemelerine rağmen, günümüzün bütün zorluklarına rağmen Resulullah Efendimizi yeniden, yeni bir şuur, bilinç ve irade ile izlemenin, O’nu takip etmenin yollarının mutlaka aranması gerekmektedir.
“ Sizin asıl dostunuz; Allah’tır, O’nun Resulü'dür ve namazı (dosdoğru) kılan, zekâtı veren ve ruku eden müminlerdir. Kim Allah’ı, O’nun Resulü'nü ve müminleri dost edinirse (iyi bilsin ki) Allah taraftarları galip geleceklerdir. Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kafirlarden, dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin. Eğer (gerçekten) iman ediyorsanız, Allah’tan gereğince korkun!!!” (Maide 55-57)
Esas ve yegâne dost, fermanı ilahide buyrulanlar olmalıdır. Bu dostlukların dayandığı temel ilişkiler de fermanı ilahide buyrulan esaslar dâhilinde olmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmenin temel unsurlarından birisi de Müslümanlar arasında istişare kültürünün gelişmesine bağlıdır. İstişare, aynı zamanda dostluğun, muhabbetin, bir ve beraber olmanın da göstergesidir. Resulullah ve Asr-I Saadet döneminde var olan istişare kültürünün, bu gün yeniden Müslümanlar arasında canlanmasına yönelik çalışmalar başlatılmalı; Müslümanlar arasındaki ayrıştırıcı unsurlar, Qur-an ve sünnet çerçevesinde izale edilmeli; Müslümanlar arasındaki uhuvveti sağlayıcı, güven geliştirici, samimiyet ve sadakati yerleştirici gayretlere girişilmelidir. Evet, tüm bu ve benzeri çalışmaların da doğrudan istişare ile ilişkisi bulunmaktadır. Eğer istişare/şura müminler arasında gelişirse, yaşanan olumsuzlukların ekseri çoğunluğu giderilmiş olunacaktır. İstişare eden ve istişare edilenler arasında da İslami bilinç ve hassasiyet olmalıdır ki, zaten istişarenin ana amaçlarından birisi de, ümmet içinde bu bilinç ve samimiyetin oluşturulması, yerleştirilmesi ve geliştirilmesidi.
İstişarede bulunan kişide olması gereken özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
1-İstişare edilen kişi, istişare olunan konunun uzmanı olmalıdır. Yani hangi konuda kimlerle istişare edileceği konusu önemlidir. Her konuda herkesle istişarede bulunulmaz. Aksi halde istişarede beklenen faydadan ziyade zarar ile karşılaşılabilinir. O takdirde müsteşar (istişare edilen kişi) muhakkak söz konusu konu hakkında donanımlı, birikimli olmalıdır.
2-İstişare edilen kişi, kişilik olarak güvenilir olmalıdır. Yani samimi olmal, çevresine, özellikle de kendisine danışan(lar)a güven vermelidir. Kendisine danışan kişi veya kişilere yanlış yapmamalıdır. Bu konuda İslami hassasiyet sahibi, emin olmalıdır. Yaşantısıyla, hal ve hareketleriyle insanların güvenini celb etmiş olalıdır.
“Danışana, bilerek yalan söyleyen, ona hıyanet etmiş olur.” (İbni Cerir)
3-İstişare edilen kişi akıllı, zeki olmalıdır. Zira bilgi, çoğu zaman salt başına yetmemektedir. Bu bilginin nerede, ne zaman, nasıl ve niçin kullanacağını da iyi bilmelidir. İstişare; akıllı, zeki, feraset sahibi bir kişi ile edilince ancak faydalı olabilir. Akıl, insan olmanın vizesidir. Ancak akıl marifetiyle insan Rabbi katında sorumluluk sahibi olmaktadır. Ama bu akıl; aklı kendisine verenin rızası doğrultusunda kullanıldığı oranda verimli, yararlı ve hedefine uygun olarak kullanılmış olunur. Akıl nimeti, külfet haline getirmemek gerekir.
4-İstişare edilen kişi, istişare edilen konuda, bilgiyle beraber tecrübe sahibi olmalıdır. Zira tecrübe sahibi olmayan kişinin yanlış yapma ihtimali yüksektir. Bazı konularda yapılan yanlışın telafisi ise çok zordur. Çoğu tecrübeler, sahibine çok pahalıya mal olmuştur. Zamanında yapılan yanlışlıklar, hatalar, eksiklikler, fazlalıklar o kişi için pahalıya mal olmuş ise de kendisi için unutulmaz tecrübeler olmuştur. Haliyle istişare edilirken, söz konusu konu hakkında tecrübe sahibinin tecrübesinden yararlanmak, tecrübe sahibine pahalıya mal olan bilgilerin ucuza mal olması demektir.
Hazret-i Lokman-ı Hekim'in şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Yapacağın işi, daha önce bunu denemiş, tecrübeli kimseye danış! Çünkü o, kendisine pahalıya mal olmuş doğru görüşleri sana bedava verir.” (İ. Maverdi)
5-İstişare edilen kişi kuvvetli fikir sahibi, istikrarlı olmalı ve aynı zamanda dirayet sahibi olmalıdır. İki de bir fikir değiştirmemeli veya muallakta kalmamalı; neyi, niçin savunduğunu iyi bilmelidir. Konu hakkında kendisine yöneltilen soru ve eleştirilerde tatmin edici cevaplarda bulunmalı, sorunlara yeterince çözümleyici çareler getirmelidir.
6-Müsteşar; dost, samimi ve içten olmalıdır. Soruna lakayt olmamalıdır. Var olan sorunun giderilmesini adeta kendisine görev addetmeli, sorunun varlığından en az danışan kadar rahatsız olmalıdır. Aksi halde mevcut sorun veya problemin çözümünde gereken hassasiyet veya titizliği gösteremeyebilir. “Biriniz (din) kardeşine danıştığı zaman, danışılan kimse ona hak ve doğru bildiğini söylesin.” (İbn-i Mace, Edep 37)
İstişarenin amacı; doğruyu bulma, yanlışlardan, hatalardan, eksiklik veya fazlalıklardan mümkün derece korunmaktır. Bu korunma, gerek kişisel sorun veya durumlarda olsun, gerek ailevi, ister grupsal veya ister yönetim/devlet ile ilgili olsun, ana kaide hep aynı olmalıdır. Haliyle istişare edilen şahıs, istişare eden kişiye bildiği doğruları, eğer varsa tecrübelerini, birikimlerini de ekleyerek muhatabına aktarması gereği vardır. Eğer istişare, bir topluluk/heyet arasında teati şeklinde yapılıyor ise, heyetteki her fert gerçekten doğru bildiklerini dile getirmeli, şayet varsa farklı fikir, görüş veya öneriler samimiyetle ve detaylı olarak kıyaslanmalı, münazarası yapılmalı ve en doğru sonuç elde edilecek bir yol, yöntem takip edilmelidir. Bu tür çalışmalarda nefis devreye girmemeli, bencillik ortaya atılmamalı, kibir harekete geçmemeli, hakkaniyet temelinde en doğrusu, en isabetli sonucu nasıl elde edebiliriz endişesinde olunmalıdır.
İstişarenin sahası:
İstişarenin müminler arasında olması zorunludur. Fakat her konuda istişare edilemez. Zira bazı konular sarahaten apaçıktır. Bu tür konular belki de nas ile açıklığa kavuşmuştur. İşte bu tür nas ile belirlenen, açıklık getirilen konularda istişareden bahsedilemez. Ama ayet veya sünnet ile belirlenmeyen her konuda Müslümanların istişare etmeleri gerekir.
“Allah ve Resulü herhangi bir hususta hüküm verdiği zaman, artık mü’min bir erkeğin ve mü’min bir kadının işlerinde başka bir yolu seçme hakları yoktur”(Ahzab, 33/36)
Evet, ayet kesin hükmü bildirmektedir. Bu hüküm ya bizzat Allah (cc)ın ya da Resulü Ekremi’in (sav) bildirdiğidir. Resulullah (sav)den müslümanlar için ölçü olacak bir olay şöyle nakledilir:
Peygamber Efendimiz, Muaz bin Cebel’i Yemen’e gönderdiği zaman aralarında şu karşılıklı konuşma geçmiştir:
Resulullah Muaz’a: “Bir mesele ile karşılaştığın zaman ne yaparsın?” diye sordu.
Muaz: “Allah’ın kitabında olanlarla hüküm veririm” dedi.
Resulullah: “Onun hükmü Allah’ın kitabında bulunmazsa?”
Muaz: “Allah’ın Rasulünün sünneti ile hüküm veririm.”
Resulullah: “Allah’ın Resulu’nün sünnetinde de bulunmazsa?”
Muaz: “Görüşümle içtihad ederim. Elimden gelen gayreti harcamadan geri durmam” dedi.
Muaz diyor ki: Bunun üzerine Resulullah elini göğsüme vurdu ve şöyle buyurdu: “Allah’ın peygamberinin elçisini Allah’ın ve Resulünün razı olacağı şeylere muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.” (Tirmizi, Kitabu’l-Ahkâm, Bab. 3 s.132(...
Burada Hz. Muaz da Allah(cc)’ın kitabı ve Resulün’ün (sav) sünneti olduğu yerde kendi görüşünden bahsetmemektedir. Allah Resulü (sav) de kendisini taktir ve tebrikte bulunmuştur.
İstişare ve vahdet:
İstişare, doğru sonucu elde etmek, fikir birliğine varmak, eksik veya fazlalıklardan arınmak gibi temel misyonlarının yanı sıra ve hatta belki de daha önemlisi, aynı amaca yönelen, aynı davayı güden, aynı inancı paylaşan bireyler arasında birlik-beraberlik oluşturmaya yönelik olmasıdır.
“Şüphesiz bu (İslâm), tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de Rabbinizim. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının.” (Müminun, 52)
İstişare, özellikle İslami dava, İslami hedef veya gaye, ümmet birliğinin tesisi konularında asırlardan beri ihmal edilen bir dinamizmdir/temel işlevselliktir. Ümmetin içinde farklı inanış, fikir, düşünce ve benzeri gibi olumsuz görülen ama belki de istişare ile olumlu hale gelebilecek hal ve durumların olumsuzlaşması, muhakkak ki istişarenin terkinden veya istişarenin etkisiz ve de yetersiz hale gelmesinden kaynaklanmaktadır. İstişareyi terk etmek veya işlevsiz kılmakla bizler, bir bakıma aslı itibariyle bir ve bütün olan bu aziz ümmetin paydalarını/parçalarını, aynı dili kullanmamak, aynı bakışı paylaşmamak, aynı endişeyi duymamak, aynı yolda/hedefe yürümemek, aynı sorumluluğu taşımamak vs. vs. tehlikeli ve de şaibeli sonuçlara yönlendirmektedir. Oysa ki istişare, inananlar arasında birlik ve beraberliğin sağlanması, muhtemel ayrışmaların önüne geçilmesi, oluşacak ayrışma risklerine, tehlikelere karşı topluca hareket edilmesi veya karşı konulması konularında en önemli etkiye sahi olacaktır. İstişare; nebevi tebliğin, tebşirin, teslimiyetin ve de ümmet olarak tevhidin bizlere yüklediği bir yükümlülük, bir zorunluluktur. İstişare; ilgi, alaka müminler arasında sürekli canlı tutulmalıdır. Efendimiz ne güzel buyurmuştur: "Allah Katında en sevimliniz; dostluk kuran ve kendisiyle dostluk kurulanlarınızdır. Allah nezdinde en sevimsiziniz de; arkadaşların arasını açanlardır." (İhya’u Ulum’id-Din Cilt. 2, s.365)
İşte bu istişare mekanizması, uzun süreden beridir işlevsiz bırakıldığı içindir ki, ümmet arasında bölük pörçük bir durum hayata hâkim olmuştur. Resulullah (sav)in bizzat başvurduğu istişarenin terk edilmesi, O’nun yaptığı/uyguladığı, buyurduğu kural ve kaidelerin hayattan dışlanması nedeniyle ümmet bu gün darmadağın bir haldedir. Ümmet içinde ilim sahibi, siyasi anlamda sorumluluk sahibi insanlar başta olmak üzere her bir müslüman ferdin yaşanan bu dağınıklıkta elbette ki sorumlulukları vardır. Unutulmamalıdır ki, bu sorumlulukların ahiretteki karşılığı daha da ağır olacaktır. Akıl, fikir, izan sahibi her Müslüman; bu dağınıklığın giderilmesi, bu perişanlığa, bir bakıma bu cahili cedelleşmelere son verilebilmesi hususunda istişare konusunu mutlak bir şekilde gündemine almalıdır. Ümmetin birlikteliğine yönelik yeniden bir canlanmanın, yeniden bir dirilişin, yeniden bir silkinişin, yeniden bir bilinçlenmenin, şuurlanmanın gerçekleşmesi; her bir Müslüman’ın kendi çapında bu istişare mekanizmasını hayata geçirmesine bağlıdır. Hassaten âlimlerin bu konuyu; fıkhi, tarihi, felsefi, sosyolojik, insani, adli, ekonomik, bilimsel, vahdet, ümmet vs. vs. yönleriyle ele almaları elzemdir. Mutlaka bu alanlardaki boşluklar süratle giderilmeli; ümmeti ilgilendiren her türlü sorunların, sıkıntıların, ihmallerin giderilmesi yönündeki çalışmalara ve ilgili sorunlu konulara bir an evvel el atılmalıdır. İstişare meselesi bir an önce çözüme kavuşturulmalı; her konuda olduğu gibi bu konuda da bizzat Resulullah (sav)ın ve Asr-ı Saadet dönemi uygulamaları mihenk taşı alınmalıdır. Eğer bu yapılırsa ümmet olarak aydınlık bir geleceğe gözlerimizi açabiliriz. Aksi durumda bir bütün şeklinde ümmet olarak gittikçe daha atomize oluruz. Gittikçe daha da küresel egemenlerin oyun ve eğlencesi oluruz, gittikçe daha da köleleşiriz. Eğer istişare, gereği gibi gündemimize oturmazsa, düşmanlara dahi gerek kalmadan, ümmetin üyeleri olarak birbirimize ithamlarda, iftiralarda bulunur, birbirimize düşman kesilir ve birbirimizin boynunu vurmaya kalkışırız!!! Daha çok katliamlara maruz kalır, daha fazla maddi manevi talanlarla karşı karşıya geliriz.
Rabbim her konuda olduğu gibi, istişare konusunda da ümmet olarak bizi kendi sıratı üzere olmayı, yaşamayı müyesser kılsın. “İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça, parça edip; O’nun yolundan ayırır. İşte bunları Allah, sakınasınız diye (size) emretti!!!”(Enam, 153)
Hamd sadece ve daima Allah(cc)’a mahsustur. Kurtuluş, hidayete tabi olanlarındır. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun…
ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8