• BIST 10247.75
  • Altın 2393.909
  • Dolar 32.2484
  • Euro 34.6675
  • İstanbul 16 °C
  • Ankara 15 °C
  • Van 5 °C

Zorlu Yolculuklarda Dik Durabilmek!

M.Zahir Karataş

    

     Muhammed Zahir

Önümüze koymuş olduğumuz meşru hedeflerimize doğru yapacağımız yolculukta yol alırken, yolumuz zorluk ve tuzaklarla döşeli olacaktır. Bu yolculuktaki meşakkat ve tuzaklar;

Ankebut Suresinin ikinci Ayeti ve Bakara suresinin 155.Ayetinde zikredildiği gibi imtihan gereği doğru olanlarla doğru olmayanları birbirinden ayırt etmek için olacaktır. Her halükarda amacın hizmetinde olacak olan hedefimizden sapmamak ve doğru olanlardan olabilmek için bir yol azığına sahip olmamız gerekir. En önemli yol azığı; takva ve ihlâs’tır. Türlü türlü imtihanlarla sınanırken sabır ve sebat sahibi olabilmek ve yoldan sapmamak için bu azıklara (Takva ve İhlas) ve de bu azıkların sürekliliğini sağlayacak mekanizmalara sahip olmamız lazım. Bu mekanizmalar asgari olarak; murakabe,  muhasebe, müatebe ve mücahededir.

Takva; lügatte korkma, sakınma ve kaçınma anlamlarına gelir. Istılahi (Terimsel) anlamı ise; Allah korkusuyla günahtan kaçınmak, Allah’ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermektir. Konu ile ilgili yüce Allah şöyle buyuruyor; ‘‘O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.Yine onlar ki, bir kötülük (çok çirkin bir iş) yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen Tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde(Gayrı meşru, çok çirkin işlerde), bile bile ısrar etmezler. (1)

Hem fakir iken hem de zengin iken yalnızca Allah için harcayabilmek, öfkeyi calib durumlarda, Allah için öfkeyi yutabilmek ve haksızlıklara uğradığında bile Allah için affedebilmek herkesin harcı değildir. Beşer olma münasebetiyle işlenebilecek çirkin işlerde ısrar etmeyip, Allah’ı hatırlayıp, zaman kaybetmeyip anında Tevbe-İstiğfarda bulunmak da öyle… Bunlar büyük bir aşkın, büyük bir sevginin eseri olarak maşukun emirlerine riayet etmekte titizlik göstermenin sonuçlarıdır ki; Yüce Allah ta bu özellikleri takva ehlinin özellikleri olarak bize bildirmiştir. Sevginin de korkunun da, insan davranışları üzerinde müessir olduğunu herkes kabul eder. Ama sevginin insanlara yaptırabilecekleri, başka hiçbir şeyle kıyas kabul etmeyecek kadar muazzamdır. Sevgilinin sevgisini kaybetmemek her şeyin önündedir. Beşer aşkı bile insanı, yeryüzünde sahip olduğu en kıymetli varlığı olan canına zarar vermeye kadar götürebiliyorsa, ilahi aşkın neler yaptırabileceğini varın siz düşünün. Eğer varlığını iddia ettiğimiz Allah sevgisi, bize hiçbir fedakarlık yaptıramıyorsa, beynimizi ve kalbimizi hiçbir şekilde meşgul edemiyorsa, bilelim ki uçurumlara yuvarlanmışızdır.

Yukarıdaki Ayette dikkati çeken önemli bir husus daha vardır ki o da; bir Müslüman’ın takvalı da olsa, beşer olması münasebetiyle kötü ve çirkin iş işleyeceği konusunun vurgulanmasıdır. Bakınız altını çizerek söylüyorum; Ayet takvalı olanlar kötülük işleyebilirler demiyor. Aksine ‘‘kötülük işledikleri zaman ya da nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı Tevbe-İstiğfar ederler… ve bile bile kötülüklerde ısrar etmezler’’ diyor. Yani burada övülen husus günah işlememe durumu değil, işlenen günahlarda ısrar etmeme ve Tevbe etme durumudur. Günah işlemek olağan bir durum değil tabi ki. Ama insanoğlu, taşıdığı zaaflar itibari ile her an kayabilir. Kaydığı zaman Yüce Allah; ona ceza olarak hemen rahmet kapılarını kapatmaktansa, fırsat kapılarını açar. Ayette dikkati nazara calib bir durum daha vardır ki o da; takvalı bir Müslüman’ın işleyeceği günah iki yönüyle ele alınmış.

1- ‘‘..Ya da kendi nefislerine zulmettiklerinde..’’ cümlesi ile işlenen günahın sadece bireyin kendisi ile münhasır olduğu, başkalarına bulaşmadığı durumunun vurgulanması; yani günahın bireyselliği boyutunun vurgulanması.

2- ‘‘…Yine onlar ki bir kötülük yaptıklarında…’’ cümlesi ile de, işlenen günahın bireyi aştığı, başkalarına da bulaştığı durumunun vurgulanması. Yani işlenen günahın sosyal boyutunun vurgulanması. Bu durum ‘‘Fahişeten’’ sözcüğü ile dile getirilmiş ki; ‘‘Fahişeten’’ sözcüğü, f-h-ş fiilinden türemiştir. Çok çirkin söz ya da fiil anlamlarına gelir. Böylelikle takvalı kişi; gerek bireysel gerekse sosyal boyutta günah işlediği zaman tenzili rütbe edip takvalılıktan düşmediği, işlediği günahtan dolayı Tevbe-istiğfar etmeyip günahta ısrar ettiği zaman tenzili rütbe edeceği net bir şekilde anlaşılmış oluyor.

 

Görüldüğü üzere takva sahibi demek, hiç günah işlemeyen kişi demek değildir. Ama her ne hikmetse takvalı kişi denilince, bizim toplumumuzun nazarında günahtan beri kişi portresi şekillenir. Takvalılığıyla tanınan birinin çirkin ya da gayrı meşru bir davranış serdetmesi durumunda bütün imajının yerle bir olması ve dışlanması bu kabilden değil midir? Her ne kadar teorik olarak herkes hata işleyebilir diyorsak da bunu pratiğimize yansıtamıyoruz maalesef. Hata işleyenlere karşı tavrımız ve davranışımız değişiyor. Yani düşünsel bazda olmasa da, pratikte takvalılığa melekuti bir elbise giydiriyoruz. Oysa günah işlememek çok önemli olmakla birlikte günahta ısrar etmemek daha önemlidir.

Konu ile ilgili Hz. Ömer ile Ka’b el Ahbar arasındaki diyalogu da aktarmak faydalı olacaktır; ‘‘Ömer İbn el-Hattab, Ka’b el-Ahbar’a takvayı sorduğunda, o dedi ki; hiç dikenli bir yolda yürüdün mü? Hz. Ömer, evet dedi. O ne yaptın? diye sorduğunda Hz. Ömer; korktum ve paçamı sıvadım dedi. Ka’b el- Ahbar, işte takva budur dedi.’’(2) Ben buradan yukarıdaki Ayetleri de göz önüne alarak şu sonuçları çıkarıyorum; yeryüzünde insanoğlunun sahip olduğu en önemli varlığı canı’dır. Bu dünyada sahip olunanlar arasında candan daha tatlı bir şey yoktur. Bu yüzden dikenli bir yolda yüründüğü zaman kıymetli olan ‘can’ ve canı koruyan örtüler zarar görmesin diye azami dikkat edilir. Eğer Yüce Allah’a, en azından canımız kadar da kıymet veriyorsak, onun sevgisini kaybetmeme adına ve de buğzunu kazanmama adına, emirlerine riayet etmekte titizlik göstermemiz gerekir.

İhlas; lügatte, ayrışmak, arınmak, katışık ve dupduru anlamlarına gelir. Yani bir şeyi kendisine bulaşmış ve karışmış olan yabancı unsurlardan arındırmak, ayrıştırmak ve sadece kendisi yapmaktır. Istılahi (Terimsel) anlamı ise; kulun ubudiyette yalnızca Rabbinin istek, emir, rıza ve ihsanlarını gözetmesi bunun dışındaki her şeye kalbini kapatmasıdır. İbadetlerine Rızai-İlahinin dışında hiçbir şeyi karıştırmamasıdır. İmam Gazali; nasıl ki şirkin celisi ve hafisi varsa ihlasın da iki kısmı var diyerek ihlası ikiye ayırıyor. Birincisi, Tevhidde ihlastır ki; Yüce Allah’a Uluhiyyetinde ortak koşmamaktır. İkincisi, niyet ve amellerde yalnızca Allah’a teveccühtür ki bu da riyasız ameli ifade eder.

İhlası hayatının merkezine oturtan ve Allah’ın Muhlis kullarından olmayı başaran Mü’minler, şeytanın iğvasından ve hilelerinden de kurtulurlar. Bakınız bu durum Kur’an-ı Kerimde nasıl geçiyor; ‘‘  (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlaslı kulların müstesna.’’(3) Görüldüğü gibi şeytan, Allah’ın ihlaslı kullarına bir şey yapamayacağını kendisi itiraf ediyor.

Adına bilgi çağı dediğimiz şu çağda, sosyal bir varlık olan insanoğlunun kendisine gelen olumlu ve olumsuz uyarıcıları tasnif edebilmesi, iyi olanları alıp kötü olanlarından kendisini koruyabilmesi her zamankinden çok daha zordur. Kitle iletişim araçlarının son derece gelişmiş olması bir çok yönüyle olumlu iken, kötü ellerde olduğunda, hayati derecedeki olumsuzlukları da bünyesinde barındırdığı aşikardır. Diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da maalesef şer güçlerin hakimiyeti mevcuttur. Karşılarında onları engelleyebilecek bir gücün olmayışı, bu araçları kötü emellerine ulaşabilmek için öldürücü bir silah olarak kullanmalarına sebep olabiliyor. Hedef kitledeki insanların, ahlaki değerlerini aşındırma, onları mideleriyle şehevi duyguları arasındaki bir hayata hapsetme ve siyasi olarak istedikleri yöne kanalize edebilmek için en çok kullandıkları araç, kitle iletişim araçlarıdır. Şu anda insi şeytanlar,  cinni şeytanlardan daha fazla tahribat yapıyor diyebiliriz.

Cinni olsun insi olsun bütün şeytanların şerlerinden korunabilmenin olmazsa olmaz yolu takva ve ihlâstan geçiyor. Takvaya sarılıp ihlâsı elde ettikten sonra bütün şeytanların şerlerine karşı delinmez bir zırha sahip oluruz. Ama takva ve ihlâs bir kere elde edildiğinde kaybedilmeyecek şeyler değillerdir. Onları besleyecek, sürekli hale getirecek ve onlara abı hayat olacak olan bir takım işler vardır ki onları sürekli yapmak lazım.

Sağlam bir iman için, tefekkür ve tedebbürün yeri ne ise takva ve ihlâs için, nefsin ıslahı için, murakabe(denetim ve kontrol),  muhasebe, müatebe(Kınama) ve mücahedenin yeri de  odur. Aslında tasavvufçular bu dört maddeye muşaretet(Şartlaşma) ve muakabeyi de(Cezalandırma) ekliyorlar. Tefekkür; varlık aleminin pencerelerinden Allah’ın isim ve sıfatlarına nazar etmektir. Tedebbür ise; sonuçlara, bir şeyin öncesine ve sonrasına bakmaktır. Her bir varlık, insanoğlu için Rabbinden bir mesajdır. Yer ve gökteki varlıklara tefekkür nazarıyla bakanlar, İlahi sanatın mükemmelliği karşısında secdeye varırlar. Kalplerindeki iman ve yakin artar. Yüce Allah konu ile ilgili şöyle buyuruyor;  “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peş peşe gelişinde, akıl sahipleri için ayetler (deliller, ibretler) vardır. Onlar, ayakta iken, otururken ve yanlarına uzandıklarında Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışında tefekkür ederler. ‘Ey Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın, Seni tenzih ederiz. Bizi cehennem azabından koru’ (derler).’’(4) Bu Ayetten çıkarılacak çok önemli bir ders daha vardır ki o da şudur; varlık alemini hakkıyla tefekkür edenler, bir süre sonra tefekkür aşamasından çıkıp hitap makamına yükselecekler ve Allah’a yalvarmaya başlayacaklardır.

Hayatta düzenli olarak yapılacak bir murakabe (denetim ve kontrol)  ve muhasebe, günlük hayat meşgaleleri içerisinde, insanın yapıp ta farkına varmadığı yanlışlarını, ihmallerini ve eksikliklerini rahatlıkla görmesini sağlar. Geriye nefsini kınama ve onunla mücadele etmek kalır. Bunları da yaptığında kendi nefsi üzerinde bir oto kontrol sağlamış olur ve aynı yanlışlar üzerinde yola devam etme olasılığı neredeyse yok olur. Bir ticari işletmeyi örnek verecek olursak; eğer ticari bir işletmede muhasebe yoksa o işletmenin faaliyetini sürdürmesi, sağlıklı bir şekilde yoluna devam etmesi mümkün mü? Ya da muhasebe varsa bile o muhasebeyi denetleyecek, kontrol edecek (murakabe) bir mekanizma yoksa işletmenin selametle yoluna devam edebilmesi mümkün mü? Hayatımız bir ticari işletme kadar da değerli değil mi ki; muhasebe ve murakabeyi yapmayalım. Ardından da müatebe (nefsi kınama) ve mücahedeyi...

Biliyorum zordur bu çağda takvalı bir Mü’min olmak, biliyorum zordur bu zamanda ihlâslı bir Mü’min olmak, biliyorum zordur bunca zorluk ve meşakkatlere göğüs germek… ama şunu da çok iyi biliyorum ki; Allah’ın rızası ve sevgisine mazhar olmak, ebedi kalınacak cennetini kazanmak ta çok ucuz değildir. Emek ister, alın teri ister, samimiyet ister, fedakarlık ister, sevgi ister…ve aşk ister. Yazımı; daha fazla uzatmadan Rasulullah (A.S)’ ın hiç unutulmaması gereken, her zaman hatırlanması gereken bir hadisi şerifiyle bitiriyorum;

İbn-i Ömer ve Sehl ibn-i Sa’d, Rasulullah (A.S)’ ın şöyle buyurduğunu rivayet ederler; ‘‘Nasıl istersen öyle yaşa, fakat bil ki, bir gün mutlaka öleceksin.Kimi seversen sev ama unutma ki, bir gün ondan ayrılacaksın. Dilediğin gibi davran, lakin şu da her zaman hatırında olsun ki, her yaptığının karşılığını mutlaka göreceksin’’(5)

Dipnot:

1-Ali İmran 134-135

2-İbni Kesir; Bakara-2 ayetinin tefsiri.

3-Hicr :39-40

4-Âl-i İmran Sûresi, 190-191

5- Hakim,Müstedrek,4/360-Taberani, Mu’cemul Evsad; 4/306; Heysemi Mecmeu’z-Zevaid,2/252)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim