• BIST 10264.61
  • Altın 2400.636
  • Dolar 32.257
  • Euro 34.6756
  • İstanbul 23 °C
  • Ankara 24 °C
  • Van 13 °C

İSTİŞARE VE FİKİR HÜRRİYETİ*

M.Zahir Karataş

 

İnsanın sahip olduğu ve onu diğer yaratılmışlardan ayırıp üstün kılan en önemli iki şey; akıl ve iradedir. Yüce Allah, akıl sahibi insanı muhatap almış ve onu tercihinde muhayyer bırakmıştır. İnsanı tercihinde muhayyer bırakırken de onu tefekkür, teakkul, tedebbür, tezekkür ve tefakkuha davet ederek aklını kullanmasını istemiştir. Böylelikle aklı, insanlığın vazgeçilmez bir unsuru ve doğru yolu bulmanın sebebi kılarak değerli kılmıştır. Tercihini inanmaktan yana kullanan Mü'minlere ise sadece kendi akıllarından değil kardeşlerinin de akıllarından istifade etmeyi yani istişareyi zorunlu kılmıştır. İstişare, farklı akıllar tarafından üretilen farklı düşüncelerin bir araya gelerek daha iyiyi ve daha doğruyu bulma çabasıdır. Yani istişare sonucu ortaya çıkacak olan ürün, ortak aklın ürünüdür. Bunun için de fikir hürriyetinin olduğu bir ortam zorunludur. Bu vesileyle bu yazımızda öncelikle fikir hürriyetine, daha sonra da istişareye değineceğiz inşallah.

 

         İslam, muhatap aldığı insanlardan akıllarını kullanmalarını istemiş, onları düşünmeye, incelemeye, araştırmaya teşvik etmiş ve öylece tercihlerini yapmalarını istemiştir. (1) Aklını kullanmayanları ise yermiştir.(2) Böylelikle akletme sonucu yapılan tercihleri değerli kılmış ve her türlü kör taklitçiliği hor görerek reddetmiştir. İslam, insanların aklına ve kalbine hitap etmiş ve de hiç kimseyi inanmaya zorlamamıştır.(3)Yalnızca akletmeyi değil akletme sonucunda üretilen fikrin beyanını da, istişareyi zorunlu kılmak suretiyle değerli kılmıştır. Farklı fikirlerin istişare yoluyla bir arada müzakere edilmesi, nakıs olan insanoğlu için daha iyiye, daha doğruya ulaşma ve tekâmüle doğru yol kat etme anlamında çok önemlidir. Fikir hürriyetinin başka bir ifade ile düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde, istişareden söz etmek mümkün değildir. Üretilen düşüncelerin gelişebilmesi ve daha iyiyi daha doğruyu bulabilmesi ise istişare ile mümkündür. Dolayısıyla istişare için fikir hürriyeti, farklı fikirlerin bir araya gelerek yeni fikirleri ortaya çıkarabilmesi için de istişare şarttır. İstişare ve düşüncelerin gelişimi bağımlı değişkenlerdir. Birinin varlığı ya da yokluğu diğerini etkiler. Düşünce özgürlüğü ya da fikir hürriyeti derken İslami literatürdeki ''Hürriyyet'üt-ta'bir'i'' (ifade ve yorum özgürlüğünü) kastediyoruz.

          Özgürlüklerin sınırlandırılması, yaradılışın ve toplumsal yaşamın dayattığı bir zorunluluktur. Aksi takdirde bazılarının sınırsız özgürlüğü diğer bazılarının özgürlüğünü ortadan kaldıracağı ve anarşiyi doğuracağı hususu bedihiyattandır. Hiçbir zaman hiçbir toplumda 'sınırsız özgürlük' diye bir şeyden söz edilemez. Bu çerçevede düşünce özgürlüğünün de bir sınırı vardır. Bir insanın düşünce özgürlüğü; diğer insanların özgürlüğüne, şahsiyetlerine ve haklarına zarar vermemesi ile sınırlıdır. Herhangi bir özgürlük, başka insanların özgürlüğüne, hak ve hukukuna zarar verecek şekilde kötüye kullanılırsa, bu durum söz konusu özgürlüğün kısıtlanmasına sebeptir. Bu anlamda kim tarafından üretilirse üretilsin, herhangi bir düşünce, başkalarına dayatılamaz. Aksi takdirde dayatılan insanların düşünce ve tercih etme özgürlüğü ortadan kaldırılmış olur.

 

(1) Ali İmran suresi 118.Ayet, Enam suresi,32.Ayet, Enfal suresi,22.Ayet... Vs.

(2) Bakara suresi, 44.Ayet. Ali İmran suresi, 65.Ayet.  Maide suresi, 58.Ayet... Vs.

(3) Bakara suresi; 256.Ayet

          İstişare Ya da Şura'nın Anlamı

          İstişare ve Şura lafızları Arapçada 'şevr' kökünden türemiş iki kelimedir. Fiil olarak kullanıldığında; balı, kovan veya çukurdan çıkarma anlamına gelmektedir.(4) Bu kelime, fiil kipine ve önüne gelen harfi cerre göre her ne kadar değişik anlamlar kazansa da asıl mana olarak; içinde bulunanı belirtmek, izhar etmek, ortaya koymak ve almak anlamına gelir.

          Kur'an'da İstişare Kavramı

         Yukarıda da değindiğimiz gibi istişare, farklı akıllar tarafından üretilen farklı düşüncelerin bir araya gelerek daha iyiyi ve daha doğruyu bulma çabasıdır. Danışma, karşılıklı görüş alışverişinde bulunma anlamındaki istişare kavramı Kur'an'da üç yerde geçer. Bunların ilki Bakara suresi 233. Ayettir: '…Ve Eğer ana baba birbiriyle (ve işin ehli olanlarla) danışarak ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur…' Ulema bu Ayeti; bireysel istişareye delil olarak göstermiş. İstişare ile ilgili Kur'an'daki ikinci ayet; Ali İmran suresi 159.Ayettir: '...Ve yapılacak iş hususunda onlarla istişare et...' Burada Yüce Allah, Hz. Muhammed'e (s.a.v) yapılacak olan işlerde inananlara danışmasını emrediyor. Üçüncü Ayet Şura suresi 38.Ayettir: '...Ve onların işleri kendi aralarında müşavere iledir...'

          Bakara ve Ali İmran surelerindeki iki Ayeti, Bireysel İstişare ve Toplumsal İstişare konu başlıklarında işleyeceğimiz için burada Şura suresindeki Ayet üzerinde biraz duralım. Şura suresinde geçen: 'Ve onların işleri kendi aralarında müşavere iledir' ayeti Mekke'de inmiştir. Yani daha bir İslam devleti ortada yok iken inmiştir. Bu da istişarenin, İslam devletine münhasır olmadığını, cemaat düzeyinde dahi olsa Müslümanların, işlerini yaparlarken istişareye başvurmalarının zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca bu Ayette; herhangi bir tahsisin, herhangi bir şart veya tahdidin olmadığını da vurgulamak lazım. Yani Müslüman toplumunu/cemaatini ilgilendiren bütün işlerde istişareye başvurmak, Müslümanlar için bir zorunluluktur. Üstat Seyyid Kutup, bu konuda şunları söylüyor; ''Ayetteki ifade, onların her meselelerini aralarında danışarak çözüme bağladıklarını belirterek hayata müşavere rengini veriyor. Daha önce de söylediğimiz gibi bu ayet, bir islam devleti kurulmadan önce Mekke'de inmiştir. Şu halde bu nitelik Müslümanların hayatında devlet düzeninden daha kapsamlıdır. Ve bu, bilinen anlamı ile bir devlet henüz kurulmamış olsa bile her durumda müslüman cemaatin temel bir niteliğidir, karakteristik özelliğidir.''(5) Bu Ayet hakkında şunu da ifade etmek lazım; bu Ayette geçen meşveret olayının, Ayetin başındaki, Rabbin davetine isticabet etme yani davetini kabul edip iman etme ve namaz kılmayla beraber zikredilmesi, istişarenin önemine ayrıca delil teşkil etmektedir.(6)Peygamberimiz bu konuya son derece ehemmiyet göstermiş ve dinin kaidelerinin dışındaki bütün işlerde ashabına danışmıştır. İki çeşit istişareden söz edilebilir;

      

(4) İbni Manzur Cemaleddin Muhammed bin Mükerrem el-Ensari, Lisan'ul- Arab, Kahire, Daru'l-Mısriyye, c. VI,  s.103

(5)  Prof.Seyyid Kutub, Fizilal-il- Kur'an, Beyan Yay.C.XIII, s.136

(6) Ebu Bekir er-Razi Cessas, Ahkamu'l-Kur'an, Beyrut: C.V, s. 263

1- Bireysel / ictihadi İstişare, Bireysel Ya da İlmi Bir Sonuca Varmaya Yönelik İstişare

2- Toplumsal İstişare, Ortak Karara Varmaya Yönelik İstişare

          Bireysel / ictihadi İstişare

           Bireysel/ ictihadi istişare, şahısların karşılaştıkları bir problemde veya herhangi bir meselede, kendilerini ilgilendirdiği husus itibariyle bir başkasının görüşünden istifade etmesi olayıdır. Konu ve sonuçları itibariyle toplumsal bir yönü yoktur. Bireysel bir karara ya da ilmi bir sonuca varmak için yapılır. Karar mercii olan şahıs, araştırma yaptığı konudaki uzman kişilerin görüşünü aldıktan sonra en doğru kararı vermeye çalışır. Buradaki kararda müessir olan danışılan kişilerin reyleri değil o kişilerden intikal eden ilmi verilerdir.

          Ulema bireysel istişareyi açıklarken Bakara suresi 233. Ayetten yola çıkarlar. '…Ve Eğer ana baba birbiriyle (ve işin ehli olanlarla) danışarak ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur…'   Burada bebeğin sütten kesilmesine kimlerin karar vereceği ve nasıl karar vereceği hususunu bireysel istişareye örnek olarak getiriyorlar. Bu Ayette karar mercii ve sorumluluk sahibi anne ile babadır. Karar için onların rızası ve danışması esası getiriliyor. Danışmanın (Teşavür'ün) kimlerle yapılacağı hususunda farklı iki yorum var. Klasik de diyebileceğimiz ilk yorum, anne ile babanın birbirlerine danışmasıdır. İkinci yorum ise daha çarpıcıdır. Danışma (Teşavür), anne ve baba ile sınırlı değildir. Bir de işin uzmanı olanlarla yapılması gerekir. Bunun iki nedeni var.

1- Arap dilinde 'Tefaül' vezni müşareket bildirir. Yani karşılıklı iş, oluşu bildirir. Arapçada karşılıklı iş, oluşu bildiren bir kalıp daha var. O da' Müfaele' kalıbıdır. Müfaele, ikili arasında bir karşılıklı iş, oluşu bildirirken, Tefaül, ikiden fazla olan taraflar arasındaki karşılıklı iş, oluşu bildirir. Yukarıda ki Ayette geçen kelimeler; ( 'Teradi' ve 'Teşavür') tefaül veznindedir. Burada karşılıklı iş, oluş anlamı olmakla birlikte ikiden fazla olan taraflar arasındaki karşılıklı iş, oluş anlamı vardır. Teradi kelimesinden sonra iki kişiye işaret eden, min-huma zamir- harfi cer ikilisi getirilerek rızalaşma iki kişi ile sınırlandırılmıştır. Ancak 'Teşavür' kelimesinden sonra anlamı sınırlandıracak herhangi bir kayıt getirilmemiştir. Dolayısıyla istişarede anne ile babanın yeterli olmadığı ayrıca işin uzmanlarının da görüşlerinin alınması gerektiği ifade edilmiştir.

2- Teşavür ile ulaşılmak istenen sonuç, bebeğin iki yılını doldurmadan önce sütten kesilmesinin, bebeğe zarar verip vermeyeceğinin tespit edilmesidir. Bu tespiti, anne ile babanın tek başlarına yapmaları mümkün değildir. Ancak işin uzmanı olanlarla danıştıktan sonra yapabilirler.(7)

             Bireysel/ İctihadi istişareler, toplumun tüm kesimleriyle değil işin ehli olanlarla yapılır. Amaç, reyleri değil, ilmi verileri toplamaktır. Dolayısıyla bildirilen görüşlerin sayısal çoğunluğuna uyma zorunluluğu yoktur. Görüşlerin sayısal niteliği bağlayıcı değildir. İstişarede bulunan kişi ya da başkan, aldığı görüşlerin içinden ikna olduğu görüşü alır ve

 

(7) Alauddin Ali bin. Muhammed bin. İbrahim el-Bağdadi el-Hazin, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1979, Mecmau't-Tefasir, C.I, s. 356

Uygular. Yani başkanın veto hakkına sahip olduğu istişare türü, Bireysel / İctihadi nitelikli istişarelerdir. Ayrıca şunu da vurgulamak lazım; sarih (açık) nassın olduğu yerde hiçbir istişare yapılamaz. Sahabenin ahkâmla ilgili yapmış olduğu istişare, sarih olmayan, değişik anlam ve yorumlara açık olan ahkâmla ilgili istişareydi. (8) Dolayısıyla sarih nassın bulunduğu yerde istişareye ve ictihada yer yoktur.

         Toplumsal İstişare

          Toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren hususlarda toplumla istişarede bulunmak ve toplumun reyini almak gerekir. Burada kararı oluşturan unsur bizzat reylerdir. Toplumsal kararlarda çoğu zaman ittifak sağlanamaz. Bu durumda çoğunluğun görüşüne uymak esastır. Rasulullah Aleyhis-Selam'ın uhud savaşındaki uygulaması da böyledir. Rasulullah, Uhud savaşına çıkarken böyle bir istişare yapmıştır. İstişarede görüş bildiren nispeten yaşlı olanlar, savaşı içeride kabul edelim, gençler ise dışarıda düşmana karşı çıkalım diye görüş bildirmişler. Gençlerin görüşü daha ağır basınca Resulallah’ın görüşü tersi olmasına rağmen çoğunluğun görüşüne uymuş ve zırhını giyip çıkmıştır. Bunu gören gençler; Ya biz ne yaptık, ağır bir sorumluluk altına girdik diye pişman olup pişmanlıklarını Resulallah’a ulaştırmışlar. Rasulullah Aleyhis-Selam onlara; bir peygamber sırtına giydiği zırhı geri çıkarmaz diyerek istişare sonucuna uymuş ve Uhud’a doğru yola çıkmıştı. Ve sonuçta da savaş kaybedilmişti. Yüce Allah bu olaydan sonra Ali İmran suresindeki müşavereyi emreden ayeti göndermiştir. Buradan çıkarılacak olan ders ve ibret şudur; her ne kadar istişare sonucu yapılan savaş başarısızlıkla sonuçlandıysa da müşavere kaldırılamaz ve her halükarda uygulanmak zorundadır.  Böylelikle toplumu ilgilendiren kolektif nitelikli işlerin kararlarının, bir kişi tarafından değil toplum tarafından verilmesi gerektiği hususu vurgulanmıştır.(9) Toplumun görüşü ya doğruda alınır ya da toplumun seçtiği temsilciler vasıtasıyla alınır. Temsilciler kendi şahsi görüşlerini değil temsil ettikleri kesimin görüşlerini yansıtmak zorundadırlar.

         İmam Mevdudi bu konu ile ilgili Şura Suresinin 38.Ayetinin tefsirini yaparken çok çarpıcı ifadeler kullanmaktadır. Bakınız ne diyor; ''Bu, müminlerin en iyi özelliklerinden kabul edilir. Öyle ki bu husus Al-i İmran: 159'da 'emir' şeklinde beyan edilmiştir. Dolayısıyla, İslâm toplumunda istişare önemli bir yer işgal eder. İslâm toplumunda istişare yapmaksızın işleri yürütmeye çalışmak sadece cahillik değil, Allah'ın nizamına karşı gelmektir de.'' İmam Mevdudi, bu Ayetin tefsirinde devamla, istişareden kaçınmanın ahlaksızlık olduğunu, istişareden ittifakla ya da çoğunlukla çıkan karara uymak gerektiğini vurgulayarak şunları söylüyor; ''Nitekim Allah, sadece 'Onların işleri aralarında istişare iledir', demekle kalmamış ve 'Yapacağın işler hakkında onlarla istişare et' diye emretmiştir. Bu, 'Onlara sadece danışın' demek değildi, aksine 'Onlarla istişare ettikten sonra, ittifak ve çoğunlukla alınan karara uyun' demektir.'' (10)        

 

(8) Ebu Abdullah Muhammed Ahmed el-Ensari el-Kurtubi, el-Camiu li Ahkami'l-Kur'an, Kahire: Daru'l-Kütübi'l-Arabiye, 1967 C. XVI, s. 37

(9) Muhammed er-Razi Fahruddin b. Ziyauddin, Mefatihu'l-Ğayb, Tahran: Daru'l-Kütübi'l-llmiyye, II. bsk., C. IX, s. 66

(10) Ebu'l A'la Mevdudi, Tefhimu'l Kur'an, İstanbul 1996, İnsan Yay.,C.5, s.244-245-246-247

         Yapılacak iş hususunda onlarla istişare et! Anlamındaki Ali İmran suresinin 159. Ayetinin; ' Yapılacak bazı işler hususunda onlarla istişare et' anlamında bir kıraati daha var.(11) Ulema buradan yola çıkarak, topluluğun müşaveresine sunulacak işlerin kısmi olduğu sonucunu çıkarmışlar. Ayrıca bu Ayetteki el-Emr lafzındaki harfi tarif olan 'el' takısının da anlamı tahsis ettiğini dolayısıyla bütün işlerde değil, belli bazı işlerde toplumla müşavere etme zorunluluğu olduğu sonucunu çıkarmışlar.(12) Bu da toplumu ilgilendiren işlerdir.

          İstişare Zorunlu mudur? Hükmü Nedir?

          Toplumu ilgilendiren konularda toplumla müşavere etmenin zorunlu olduğunu yukarıda ifade ettik. Devlet başkanı, toplumu ilgilendiren konularda toplumla istişare etmek zorundadır. Yani istişarenin hükmü, vaciptir. Bu konuda âlimler arasında geniş bir fikir birliği vardır.(13) İmam Şafii, istişarenin hükmüne 'Mendup' demesine rağmen daha sonra ki Şafii fukahası istişarenin hükmüne 'Vacip' demişler. Peygamber (s.a.v.) hemen hemen bütün konularda şuraya başvurmuştur. Ancak devlet başkanının istişareden çıkan sonuca uymasının zorunlu olup olmadığı hususunda fikir ayrılığı var. Bazı âlimler, devlet başkanının istişareden çıkan sonucu benimseyip benimsememe, uygulayıp uygulamama hususunda serbest olduğu görüşünü savunurlar.(14) Şu an için çoğunluğu oluşturan diğerleri ise, devlet başkanının istişareden çıkan sonucu kabul etmek ve uygulamak zorunda olduğu görüşünü savunurlar.(15) Bu görüşü savunanlar, Hz. Muhammed (s.a.v.) in yapmış olduğu istişarelerin tamamından çıkan sonuçlara uyduğunu delil olarak getirirler. Yazımızı İmam Mevdudi'nin yukarıda da naklettiğimiz görüşü ile bitirelim; ''Nitekim Allah, sadece 'Onların işleri aralarında istişare iledir', demekle kalmamış ve 'Yapacağın işler hakkında onlarla istişare et' diye emretmiştir. Bu, 'Onlara sadece danışın' demek değildi, aksine 'Onlarla istişare ettikten sonra, ittifak ve çoğunlukla alınan karara uyun' demektir.'' Allah'u A'lem.

          Wel Akibetu lil-Muttakin.

                                                                                                      

                                                                                 

(11) Kurtubi, a.g.e. C. XVI, s.36

(12) Muhammed er-Razi Fahruddin b. Ziyauddin, Mefatihu'l-Ğayb, Tahran:Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, II. bsk. C. XXVII, s. 177

(13) Kurtubi, a.g.e.,C.XVI, s.37

(14) Kurtubi, a.g.e.,C.XVI, s.37

(14) Mahmut Şeltut, El-İslam-Akide ve Şeria, Beyrut, 1990, XVI.bsk. s.443

ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim