• BIST 9699.07
  • Altın 2430.366
  • Dolar 32.529
  • Euro 34.865
  • İstanbul 25 °C
  • Ankara 28 °C
  • Van 16 °C

21. Yüzyılda Toplumsal Talepler ve İslami Sorumluluk

M. Yasin Haskanlı

Dünyanın her türlü akımın ve yaşam tarzının doruklarında yaşadığı bir zaman diliminde İslami düşünce ve yaşam tarzının da bu zamana etki ve tesiri tartışmamız gereken bir konudur.  Avrupa aydınlanma dönemi ve bu dönemin oluşturduğu sömürgecilik akabinde elde edilen kaynakların pazarı ve sanayi devrimi dünyanın ondokuzuncu, yirminci, yirmi birinci yüzyılına şekil veren ana saik olarak kabul edilebilir. Batı kaynaklı bölgesel ve küresel savaşlar ve bu savaşların dünyanın siyasi kültürel ekonomik ve dini yaşam alanlarını ters yüz eden etkisi her toplumu ve devleti olduğu gibi İslam toplumunu ve devletlerini de çok ciddi bir etki altına almıştır.

Dünyaya dayatılan yeni düzenler, eğilim ve ihtiyaç listeleri birey ve toplumları radikal değişimlere sürüklemiş bu değişimler tarihi bağları ve kökleri deforme etmiştir. Atılan her yeni adımın belli bir mantık örgüsü mevcuttur. Uzun planlamalar ve uğraşılar ortaya konularak yüzyıllık gerçekleşmeler sağlanmıştır. Yaratılan kapitalist sömürgeci tarz toplumları tüketen ve itaat eden bir karaktere dönüştürmüştür. Çağdaş köle kitleler, fabrikalarda sosyal ihtiyaçlardan arındırılan çalışma şartları ile yaşamla ölüm arasında bir tercihe sürüklenmiştir. Düşük ücret yüksek iş gücü ile emeğin sömürüsü tarihin en korkunç uygulamalarını bile geride bırakır bir hal almıştır. 1800-1900 yıllarda Avrupa ve Amerika’da günlük bir dolar ücrete karşılık on altı saat çalışma koşulları, işçilerin yaş ortalamalarını otuz beş ila kırk beş yaş aralığına düşürmüştür. Batıdan başlayan bu çağdaş kapitalist yaklaşım, sınırları aşarak tüm dünyanın vahşice uygulamaya başladığı bir hal aldı. Devasa alışveriş merkezleri, bu merkezlerin ihtiyaçlarını karşılayacak fabrikalar, bu fabrikaları ayakta tutacak işçiler ve sonu gelmeyen reklam ve pazarlama kampanyaları...

Devasa bütçelere sahip holdingler yeni dünya düzeninde kendi yerlerini aldılar. Küresel politika ve düzenlemelerin birer paydaşı planlayıcısı ve aktörü oldular. Emperyalizmin ileri karakolu sayılacak tüm noktalarda küresel holdingler görülmeye başlandı.

Kapitalist sömürgeci zihnin hedeflerinin gerçekleşmesi, yaşam alanlarındaki kavram ve olguları yeniden tanımlamasıyla mümkün oldu. Bireyden başlayıp toplumun en üst kurumlarına, dini değerler ve tanımlardan eğlence anlayışına kadar dokunmadığı ve asimile etmediği alan kalmadı. İnsan yaşamını temelde tek kutuplulaştırma çabası sahte manevi görselliklerle sağlamlaştırıldı. İnsan zihninde ve ihtiyaç yönetiminde sahte ama insanı inandırıcı gerekçeler oluşturuldu.

Bireyin doğumundan başlayan asimilasyon, anne sütünden oyuncaklara, giyimden müzik tercihine, eğitimden aşk hayatına-cinsel tercihlere, anne baba ve diğer büyüklerle ilişkilerden toplum içindeki sorumluluklara kadar yozlaştırılmış yeni bir yaşam… Önceki asırlarda cehaletten ve güç arayışından kaynaklı sorunlar artık medeni gözüken eğitimli bir elbiseyle şekil değiştirmiştir. Kadim zamanlardan miras aldığımız tüm kötülükler akademik bir sunumla toplumların ihtiyacı olarak topluma kabul ettirilmiştir.

İslam coğrafyalarının fiili işgale uğraması ve bu işgale karşı koyamayışı, zaten uzun süredir sıkıntılı olan toplumsal yaşam alanları ve yönetimsel ihtiyaçları daha da kötü bir noktaya sürüklemiştir. İslam dünyasının kendine özgü problemleri ve ekstradan dış etkiler karşısındaki zayıf durumun dayattığı şartlar 21.yy’da Müslümanların çağa hitap edecek bir görüntü vermelerini engellemiştir. Siyasi, askeri, kültürel ekonomik vizyon ve temsil eksikliğini fazlasıyla yaşayan toplum bunun neticesi olarak batı yaşam tarzının doğal olarak etkisi altında gördü kendisini. Günü tanımlayamamak ve oluşan karşı tanımlara karşı cılız bir sesle yetinmek özgüven, başarabilme ve karşı durabilme melekelerini yok etmiştir. Özgüven eksikliği ve tarihi birikimini fıtratına uygun kullanamayışı, tepkilerinde amaçsız ve fayda açısından çok da iç açıcı olmayan teori ve pratiklerin de oluşumuna zemin hazırladı. Başıboşluğun her nevine rastlamak mümkün hale geldi.  Disiplinlerden ve en temel kriterlerden uzaklaşıldı ve bu temellere etkisi yüzyılları bulacak zararlar verildi. Bu durumu yaşadığımız son dönem örneklerde de yakinen müşahede etmekteyiz.

Bu dile getirdiğimiz problemler geride bıraktığımız yüzyıllarda da vardı. Ancak bu denli kapsamlı ve etkisi büyük olmamıştı. Yaşadığımız çağın en önemli ayırt edici farkı, bilgi çeşitliliği ve iletişim araçlarının zenginliğidir. Bu araçların algı operasyonları çerçevesinde muazzam etkileri oluşturulmaktadır.  Tüm dünya operasyonel bilgilenme kapsamına alınmış ve manipüle edilmektedir. Yaşadığımız tüm imtihanlar tüm çıplaklığıyla ve üstüne bire bin eklenerek İslam’ın ve Müslüman toplumun aleyhine kullanılmaktadır. Bu kullanılma durumunun farkında olmamak bir yana, küresel ölçekte bu durumu bir iftihar vesilesi gibi pazarlamaya çalışan garip İslami grupların/ örgütlerin/hareketlerin oluşu işin acı veren bir yanıdır.

Bu noktada İslami yapıların Müslüman birey toplum ve örgütlenmelerin durum tespitleri ve mevcut halden kurtulması üzerine epeyce teori ve pratik üretmesi gerekmektedir. Evvelen yapılması gereken, bugünün dünyasında birey ve toplumunun gerçek anlamda sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını belirlemektir.  İlk insan ademden bugüne işi, birey ve toplum olan bir geleneğin temsilcileri olarak tarihi adımlar atarak bugünün ve yarının seyrini etkilemeliyiz. Kur’an’ın yeryüzünü ıslah ediciler olarak tarif ettiği ve misyon yüklediği Müslümanlar bu şuur ve bilicin farkında olarak beşeriyetin umut ışığına yeniden dönüşmelidir.

Tarihi yeniden yorumlamak gerekmektedir. Tüm insanlık tecrübesi analiz edilmelidir. Hayatın idamesi tek renk ve bakış açısıyla mümkün değildir. Muazzam bir laboratuvar hükmündeki tarih doğru okumalarla gereken derslerin çıkarılacağı bir alandır. Asrısaadetteki ilk dönem okumalar ve ruh orijinalliği korunmuş bir aktarımla ön plana çıkarılarak dinleştirilmiş yorumlar ve yaklaşımlardan azade hale gelinmelidir. Yorumun dinleşmesi aslın görünmemesine, bugün yorum yapamamaya, çağa hitap edememeye neden olmakta ve yeni zincirlerin esaretlerin oluşumuna sebep vermektedir.

Tarihimizi yeniden okuyalım saltanatın yıkıcı etkilerini tartışalım. Sırtımızda kambur olarak taşımak zorunda kaldığımız ve beri olduğumuz ihtiraslarla yoğrulmuş zulümlü yüzyılları gerçekliğimiz kaderimiz olarak tarif etmekten vazgeçmeliyiz. Maslahat adına hikmet vardır dokunmayalım gibi maksatsız bir izahtan sorgulayıcı ve arayış arzulayan bir yaklaşıma ihtiyacımız vardır.

Fıkhın yeniden keşfi gerçekleşmelidir. Çağa bugünün insanına ve meselelerine hitap edecek bir bakış açısına sahip bir fıkhın daha güçlü bir Müslüman birey ve topluma katkısı muhakkaktır. Söylenecek ne varsa söylenmiştir esprisi İslam’ın muradına uygun düşmemektedir.  Tam tersi bir yargı doğrudur. Her devrin zamanın söylenecek sözü vardır. Bugün söylenmesi gerekenleri dün söylenenler engellememeli. Allah’ın akledin, düşünün yaklaşımına uygun bir tavır sergilenmelidir. Dinamik bir zamana dinamik bir fıkıh, kuşatıcı ve tatmin edici bir yorum ancak uygun düşer. Bilginin sorgulayıcı duruşu, insanın aklının kuşkularla yoğrulması dinin yorumlanmasında daha etkili olunmasını gerektirmektedir. Allah’ın tarih, toplumsal yaşam standartları, akıl gibi etkenleri hesaba katarak toplumlara sorumluluk yüklediğini hesaba katarsak, yüzyıllar evvel yaşayan toplumların okumalarını bugünkü topluma sunmamız ya da aynı formu muhafaza etmemiz ne kadar doğrudur.

Yeniden ahlak inşasına girişmemiz gerekir. Hiçbir öğreti, medeniyet, toplum ahlak olmadan yaşayamaz. Temellerimizi oluşturan ahlakın İslam toplumlarında her yönüyle filizlenmesine katkı sağlamak gerekir. Toplumlar ya ahlakla yükselir ya da ahlaksızlık o toplumu çökertir. Geçmiş kavimlerin helak olma sebepleri genellikle ahlaki çöküntülerindendir. Bizi biz yapanda ahlaki seviyemizdi. Sahabenin ve ondan sonraki Müslümanların ahlakı birçok toplum için hidayete ermenin vesilesi olmuştur. Ne zaman ki ahlaki zaaflar yaşamaya başladık o zaman duçar olduk zillete ve hezimete. Şimdi yeniden her eve sokağa caddeye mahalleye köye ve şehre ahlak dalgaları oluşturmalıyız. Siyasette ahlak, ekonomide ahlak, savaşta ahlak, mazlumiyette ahlak, ailede ahlak…

İlkesiz iktidar arayışlarımızı tartışmalı ve niçin iktidar sahibi olmalıyız ya da olmamalıyız sorusuna cevap aramalıyız. İktidarla güçle ve buna ulaştıracak araçlarla olan bağımızı sorgulamalıyız. Sorgulama kriterimiz de Allah’ın bizden ne istediği olmalıdır. Murad nedir acaba biz bir toplum mu inşa etmeliyiz yoksa dokunamadığımız, katkı sunamadığımız halde toplum adına güç olmayı mı hedeflemekteyiz. Biz referanslarımıza dönüp defalarca sormalıyız sorumluluğun ne olduğunu. Anladığımız sorumluluk, İslam’ın toplum düzeyinde anlaşılması ve yaşanmasıdır. İlla ki bir tabelaya ihtiyaç yoktur. Biz bir topluma değebilirsek o topluma reçete olabilirsek ve adres olabilirsek o zaman toplumun doğal tepkileri zaten kurumlar ihdas edecektir.

21. yüzyıl, ideolojilerden dinlere yeniden dönüşlere sahne olacaktır. İnsanın inanma güdüleri bunu illa ki sağlayacaktır. Bu çerçevede buna hazırlıklı bir temsili sağlamak gerekir. Sorunlarımız çok. Cevap bulmamız, araştırmamız ve pratiğini oluşturmamız gereken birçok meselemiz vardır. Tümüne çare olunur; ancak iradesizliğe ve teslimiyete çare yoktur. Ayağa kalkacak ve özümüze döneceğiz. Allah’ın bize yüklediği yükün gereği budur. Bireyin ve toplumun mutluluğu ve yeryüzünün ıslahı Müslüman’ca bir yaklaşım ve alakayla mümkündür.

Allah bizi niçin yaşadığını bilen, nasıl yaşaması gerektiğini bilen, dini doğru öğrenen ve uygulayan, halkı tanıyan ve nasıl davranacağını bilenlerden kılsın…

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim