Başı ve sonu hakkında herkesin merak içerisinde olduğu kâinatın bilinmezlikleri içerisinde yalpalayan insanoğlu bir çıkış yolu aramaktadır. Bir damla sudan oluşan insan, çeşitli evrelerden geçtikten sonra en mükemmel seviyesine ulaşır.
Kendisini değerli kılan sahip olduğu çeşitli meziyetlerle övünür. Kimisi bedeninin kusursuzluğu ve güzelliği ile övünürken, kimisi de akıl ve zekâsı ile ön planda kalmayı tercih eder. Güç, kuvvet, güzellik, iktidar, şöhret ve mal mülk ile övünmek ve bunlara sahip olmak için her türlü yol ve yöntemi kullanmakta bir beis görmez. Yönetilmekten ziyade yönetme arzusu ve hırsı ile gecesini gündüzüne katarak bıkmadan usanmadan çalışır. Yeterki diğer rakiplerinin önüne geçebilsin.
Tarih boyunca bu arzu ve hırs ile sınırlı bir süre yeryüzünde kalan insan, farkında olmadan hem kendi hayatını hem de diğer insanların ve canlıların hayatını cehenneme çevirdiğinin farkına varamamaktadır.
“Kendilerine, 'Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın,' denildiğinde 'Bizler sadece düzeltenleriz,' derler.” 2/11
Tam da insan psikolojisinin gerçeğini en yalın biçimde ifade eden hak bir söz. Kendi iktidarlarını hâkim kılmak, güç ve iktidarı ele geçirmek için yaptıkları her uygulamayı meşru ve haklı gören hastalıklı bir ruh hali ile karşı karşıyayız. Tarih boyunca bu tip özelliklere sahip nice kişi ve uygarlıkların gelip geçtiğini biliyoruz. Kutsal metinlerde ve yazılı tarih kaynaklarında bu tür örneklere sıkça rastlamaktayız.
Günümüz de ise bu işin öncülüğüne soyunan emperyalist bir dünya düzeninin olduğuna canlı olarak tanıklık etmekteyiz. Bu uluslararası şer odakları kendi kişisel ve ulusal emelleri için dünyayı ateşe vermekten çekinmezler. Kendilerine yaptıkları zulümler hatırlatıldığında ise verdikleri cevap, tıpkı Kur’an’ın haber verdiği gibi; “Bizler demokrasi ve barış getirmek için hareket ediyoruz,” derler. Bir yandan dünyanın geri bırakılmış bölgelerinden çaldıkları yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını işleyerek tekrar onlara satmayı ticaret sanan günümüzün azmanlaşmış şirketleri, diğer yandan, hümanist ve demokrasi havarisi kesilen dünyadaki mali kaynakların yüzde seksenine hükmeden birkaç devlet. Bunların kendi aralarındaki işbirliği ve gizli ortaklıkları sonucu dünyadaki nüfusun yarısından fazlasını açlığa, fakirliğe, savaşlara ve köleliğe mahkûm edildiğini görüyoruz. Bu vahşi anlayışları yüzünden birbirlerini boğazlayan, katleden, sömüren milyonların trajedisini seyrediyoruz.
Demokrasi ve barış getiriyoruz diye sahip oldukları tüm gayri meşru orduları ve güçleri ile Afrika’nın bakir topraklarının ırzına geçtiler. Bu kanlı ve kirli emellerini geçen yüzyılda tamamlayan çağdaş Firavunlar günümüzde ise bu sefer coğrafyamıza hücum etmeye başladılar. Geçmişte yaptıkları hatalardan dersler çıkaran bu kan emici vampirler strateji değişikliği ile emellerini gerçekleştirme yolunu seçtiler. Kaleyi kendi orduları, askerleri ve güçleri ile fethetmenin zorlukları ve verdikleri ağır maddi ve insani maliyetlerini düşünerek, içten zapt etmenin yolunu tercih ettiler. İşgal edecekleri topraklarda vaatte bulundukları kişi, kurum ve yapıları güçlendirme yolu ile bu işi daha ucuza yapabileceklerine inandılar. Bu yolla bir taşla birkaç kuşu vurabileceklerini gözlemlediler. Kendi düzenli ordularını gönderdikleri coğrafyalarda yaşadıkları hezimeti düşününce en mantıklı yol olarak görünen stratejiydi. En son Vietnam Savaşında ABD’ nin düzenli ordusuyla yaşadığı hezimet en büyük tecrübeydi. Körfez savaşında Hava saldırıları ile yapılan taarruz ile bir ülke güneyden kuzeye doğru yok ediliyordu. Kendi düzenli ordularını kışlalarına çeken başta ABD olmak üzere diğer gelişmiş ülkeler, malzeme ve para yardımında bulundukları örgüt ve çeteler eliyle ülkeleri işgal ve parçalama yolunun daha ucuza mal olduğu sonucuna vardılar. Doğuda Afganistan, batıda Fas, güneyde Yemen Kuzeyde Ukrayna ya kadar çok geniş bir coğrafyada enerji haritaları oluşturdular. Kapalı kapılar arkasında gizli pazarlıklar ve paylaşımlarla, masa başı çizilen sınırlarla insanlar birbirlerine düşman hale getirildi. Senaryoyu yazanlar, başrol oyuncularını da belirlediler. Başrol oyuncu olarak kimi zaman insanların etrafında kümelendikleri naylon bir lider, hoca, ağa ve şeyh veya bir yapı, örgüt, aile şirketi veya uydu devletçik olarak görüyoruz. Yapay milli kahramanlar veya sahte destanlarla, yalanlarla dolu ulusal tarihler yazıldı. Bunlara inanmamız, itaat etmemiz salık verildi. Aksini iddia edenler ya hain, işbirlikçi veya deli olarak ilan edildi. Kısacası köpekler salındı taşlar bağlandı.
Ülkemizde son bir yıldır yaşanan hadiseler objektif bir bakış açısıyla incelendiği zaman yaşanan hadiselerin yukarıda anlatmaya çalıştığımız senaryodan bağımsız olmadığını görüyoruz. Yüz yıl öncesinden yazılıp çizilen senaryo gereği, bu topraklarda azınlık burjuva sınıfının yönettiği bir modelin hayata geçirildiğini aklıselim herkesin kabul ettiği bir gerçek ile karşılaşıyoruz. Kendi iktidar sınıfını oluşturan bu kesim, meşruiyetini ve gücünü arkasını dayadığı başta İngiltere olmak üzere batı dünyasından alıyordu. Yönettikleri halkı ise okuma, düşünme, adam olma vasıflarına sahip olamayan, köylü olarak görmek istedikleri, ya askere alacakları ya da kendilerine hizmet edecekleri bir seviyede tutmaya çalıştılar. Halk için suni gündemler oluşturarak birbirlerini kırdırmalarına zemin hazırlandı çoğu zaman. Bazen inanç farklılıklarını gündeme getirdiler bazen de etnik ve bölgesel farklılıklarla insanlar birbirlerine kırdırıldı. Özellikle Kürt coğrafyasında akla hayale gelmeyen soykırım ve zulümlerle halkın sesini soluğunu kestiler. Halkın tercihleri, görüşleri ve yaşam biçimleri sürekli baskı altına alındı. Anadolu coğrafyasındaki insanlar sırf konuştukları dillerin farklılığından dolayı çeşitli argümanlarla aldatıldı, İktidardakilerle aynı dili konuşanlar, vatan millet sakarya edebiyatı ile iktidardalarmış gibi yanıltıldılar. Çektikleri tüm yoksulluklarına acılara rağmen sahte gülücükler ve özgülerle iktidardaki azınlık sınıfına hizmet etme yarışına girdiler. Diğer yandan iktidardaki zevattan farklı bir dil konuşan Kürt coğrafyasında yaşayan milyonlar, görmezden gelindi, yok sayıldı veya insan yerine konulmadılar. Dillerini ve kültürlerini unutmaları için her türlü yol ve yöntem uygulandı. Hak arama yöntemi olarak şiddet ve öfke yolunu tercih etmeleri için gizli planlar devreye sokuldu. Bu yola tevessül edenler ya öldürüldü ya da zindanlarda çürümeye terk edildi. Böylece muhalif hiçbir sesin çıkmasına izin verilmedi.
Ne zamanki halkın tercihlerinin iktidara yakın olduğunu hissetseler, arka planda ülkeyi yöneten asıl güç olan askeri vesayeti devreye sokarak halkı püskürtmüşlerdir. 1960 tan itibaren gün yüzüne çıkan bu darbe anlayışı şekil değiştirerek günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir. Doksanlı yıllara kadar yaşanan tüm zorbalıklar sineye çekildi, ses çıkarılmadı veya zimmi bir destek verildi.
Demokrasi, halk egemenliği ve özgürlükler noktasında kitle iletişim teknolojisini gelişmesi, eğitim seviyesinin yükselmesi, bilinçlenme ve inanç endeksli ilerleme ile beraber 28 Şubat askeri vesayetine direniş ruhu bu topraklarda yeşermeye başladı. Halkın okullarının kapatılmaya çalışılması, çocuklarının okul kapılarından geri çevrilmesi, seçilmiş meşru yöneticilerin meclisten kapı dışarı edilmesi vb. antidemokratik uygulamalar halkın tahammülünün bittiği son noktaydı. Farkında olmadan uyuyan Anadolu insanının uyanmasına vesile oldular. Ne batıdakiler ne de doğudakiler aslında hiçbir zaman iktidar olamamışlardı. Batıdakiler iktidardalarmış yalanıyla uyutulurken, doğudakilerde onlar niye iktidarda, sizin onlardan ne eksiğiniz var kışkırtmasıyla şiddet sarmalının içerisine sürüklendiler.
21. Yüzyılın başına kadar devam eden bu anlayış halkın tercihlerinin iktidardakileri belirleme hakkının elde edilmesiyle değişmeye başladığını görüyoruz. Halkın yarısından fazlasının oyuyla devleti yönetme pozisyonu halkın eline geçmiş oldu. Tercihlerine tahammül gösteremeyen bu zevat, türlü oyun ve entrikalar ile iktidarı halktan geri almanın telaşına düştüler. Sırtını dayadıkları orduyu tekrar görev çağırmaktan tutun da, halkı aşağılayan, küçümseyen bir avuç topçu ve popçuyu sahaya sürdüler. “Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum eşit olmamalı, Göbeğini kaşıyan adamlar veya bidon kafalı.” sözleri ile halka karşı tahammülsüzlüklerini ilan ettiler.
Hiçbir şekilde başarıya ulaşamayacakların gören egemen güçler, bu sefer yedeğinde tuttuğu, halkın arasına soktuğu, inanç ve cemaat(!) endeksli son yapıyı silahların gölgesinde sahaya sürecektir. Bir gecede bir halkın bir ülkenin geleceğini belirleyecek bu hain güç halkın direnişi karşısında yok olup gidecektir.
15 Temmuz darbe girişimi, farklılıklara rağmen bir arada, özgür ve vesayetsiz bir şekilde yaşamanın zaferi olarak değerlendirebiliriz. Yukarıda sıraladığımız emperyalist anlayışın Truva Atı konumunda şekillenen bir örgütün (FETÖ/PDY) halkın tercihlerini bastırma, yok etme hamlesi olarak görünen bu kalkışmanın, yine halkın öz kaynaklarının, inancının, cesaretinin devreye girmesi ile püskürtüldüğünü görüyoruz. Topyekûn sahaya inen farklı görüşte, inançta ve etnik yapıda milyonların; şer odaklarının hain planlarını nasıl yerle yeksan ettiğini tüm dünyaya göstermiştir. Bu şanlı direnişin zaferle sonuçlanması sonucu olarak tüm dünya mazlumlarının; ezilmişlerinin zorbalara, tiranlara karşı direnmeleri halinde zafer elde edebilecekleri umudunu yeşertmiştir. Adanmışlık, sevda ve fedakârlığın adı olan 15 Temmuz direnişi tarihin şanlı sayfaları arasında şimdiden yerini almıştır.
Tanklara, uçaklara, toplara karşı göğsünü siper edenlerin zaferidir 15 Temmuz.
Emperyalistlere, halkı kul köle yapmaya çalışanlara, halkın malını, özgürlüğünü ve iktidarını çalmaya çalışanlara karşı Anadolu’nun başarısıdır 15 Temmuz.
Anadolu’ da farklı etnik unsurların, farklı din, mezhep ve farklı dilleri konuşan insanların bir arada eşit ve adil yaşama arzusunun çığlıdır 15 Temmuz.
Ölümlerin, zulümlerin bitmesi, İnsan hak ve özgürlükleri, demokratik cumhuriyet anlayışı, halk egemenliği ve hukukun üstünlüğü prensibinin ülkemizde hayatiyet bulması, tüm yurttaşların eşit ve adil şartlarda bir arada yaşama arzusunun ilanıdır 15 Temmuz.
Tarihi zorbalardan öğrenmektense adil olanlardan öğrenmek insanlık için en büyük zaferdir.
ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8