• BIST 9722.09
  • Altın 2428.571
  • Dolar 32.5199
  • Euro 34.8
  • İstanbul 16 °C
  • Ankara 20 °C
  • Van 7 °C

Temel Kaynağımız Kur'an

Nurettin Çiftçi

Kur’an, Arapçada “okumak” anlamına gelen bir mastar olup, “okunan şey” manasında isim olarak kullanılmaktadır. Kur’an, İsmini “okumak” fiilinden alınmış ve ilk emri “oku” olan bir kitaptır.

Istılah olarak, Allah tarafından ve Cebrail aracılığıyla Hz. Muhammed (sav)’e Arap lisanıyla, Miladi 610 yılı Ramazan ayında, Mekke’de Nur Dağı Hıra mağarasında, Alak suresinin ilk beş ayetinin nazil olmasıyla başlayan ve 632 yılına kadar 23 yıl boyunca ayet ayet sure sure olayların akışına göre nazil olan,Mushaflarda yazılmış ve ezberlenmiş olarak tevatür yoluyla bize kadar gelen ve kıyamete kadar da devam edecek, lafzıyla ibadet edilen ve hitabı evrensel olan ilahi vahye Kur’an diyoruz.

 

KUR’AN’I KERİM NİÇİN İNDİRİLMİŞTİR?

 

Her ne kadar birçok ayetin ve surenin kendine özel nüzul sebepleri varsa da Kur’an’ın bütünsel olarak da bir nüzul sebebi vardır. Tüm ilahi vahiylerin nüzul sebebi insan olduğu gibi Kur’an vahyinin de bir bütün olarak nüzul sebebi insandır. İnsanın hidayetidir. Bunu bizzat ilahi vahiyden anlıyoruz. Allah şöyle buyuruyor:

Elif. Lam. Mim. O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakiler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.”[1]      

Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir[2]

Kur’an, Hz. Muhammed ( sav)’e onunla İnsanları uyarmak için indirilmiştir.

“Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).”[3]

“Kur'an, Diri olanları uyarıp korkutmak ve kâfirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir).”[4]

 İsminin “okumak” kelime kökünden türetilmesi sebebiyle Müslümanlar arsında Kur’an denilince hemen akla okumak gelmektedir. Her Müslüman’ın en büyük hayallerinden biri Kur’an-ı okumak olduğu bir gerçektir. Ancak Muhammed Gazali’nin dediği gibi: “Dünyanın her yerinde insanlar bir şey öğrenmek için okurlar Müslümanlar ise Kur’an-ı sadece okumak için öğrenirler.” Arapça lafzını okuyabilme temel hedef olarak düşünülür. Peki, okumaktan kasıt bu mudur? Sadece lafzı okunabiliyorsa iş tamam mı oluyor? Aslında burada Kur’an-ı okumaktan maksat ne dediğini öğrenmek değildir sadece okumayı öğrenmektir. Ne dediği mesajının ne olduğu hiç akıllarının ucundan bile geçmez. Dünya’da en fazla öğrenilmeye çalışılan şey Kur’an’ın okunmasıdır ve ne yazık ki en çok okunduğu halde en az anlaşılan kitap yine Kur’an’dır.

Oysa Kur’an’ın okunmasından maksat ne dediğini anlamak ve mesajını bilmek olduğunu söylemeye lüzum olmadığı kanaatindeyiz. Zira her okunan şeyin bir maksadı varsa ve o maksadın anlaşılması bir zorunluluksa bu Kur’an için de geçerlidir ve Kur’an için daha da elzemdir. Okuduğumuz bir gazete, bir mektup veya herhangi bir haber, bir mesaj anlaşılama hedeflenmeden okunuyorsa beyhude bir iş yapılmış olur.  Hele Kur’an yani Allah’ın Kelamı için anlam gayesi olmadan okumak başlı başına bir problemdir. İbniCerir et Taberi  şöyle der: “Ben Kur’an-ı anlamadığı halde okuyanın nasıl lezzet aldığına şaşırıyorum.

KUR’AN-I NASIL OKUMALI VE NASIL ANLAMALIYIZ?

Kur’an nasıl okunmalı sorusuna bizzat Kur’an’ın kendisi cevap vermektedir.

“Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.”[5]  Kur’an’ı anlamak ve yaşamak için yapılması gerekenleri Kur’an’dan öğreniyoruz dedik. Zira Kur’an okunurken ondan istifade edebilmenin yollarını bizzat kendisi söyler.

  1. Kur’an okurken Allah’ın rahmetinden kovulmuş Şeytandan Allah’a sığınmayı emreder.

Kur’an okuduğun zaman recmedilmiş şeytandan Allah’a sığının.”[6]

      2.)  Kur’an okurken tertil üzere okumayı emreder.“Ve Kur'an'ı da belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku.”[7]Kur’an-ı düşünerek, tefekkür ederek ve cümlelerinin manasını iyice anlayarak okumak lazım. Her insanın gücü yettiğince Kur’an-ı anlamaya çalışması gerekir. Çünkü Kur’an-ı anlamak farzdır.  Kur’an-ı okumak her zaman gereklidir. Onu okumaktan amaç ise, okumak, anlamak ve üzerinde tefekkür edip düşünmektir. Ve asıl gaye onu yaşamaktır.

        3.)   Onu gerektiği gibi, nasıl okunması gerekiyorsa öyle okuyun buyurur.

“Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.”[8]

       4.) Kuran okunurken sessiz olun ve onu dinleyin,

Kur’an okunurken onu dinleyin ve sessiz olun ki merhamet edilesiniz”[9]

      5.)   Müsait bir hal ve ortamda okunmalı. Hz. Peygamber (sav)“kendisiyle ülfet ettiğiniz müddetçe Kur’an okuyun” buyurur.

Kur’an anlaşılır mıdır? Ve nasıl anlaşılır?

Kur’an’ın anlaşılır bir kitaptır. Hud Suresinin 1. Ayetinde Kur’an’ın Hakim ve Xabir olan Allah tarafından muhkem kılındığını ve tafsilatıyla açıklandığını söylemektedir.

Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitap'tır”[10] 

Aynı şekilde Allah Kamer suresinin 4 ayrı yerinde ondan ders almak isteyenler için onu kolaylaştırıldığını beyan etmektedir.

“Ve Andolsun ki Biz, Kur’an’ı, zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı?”[11]

Elbette ki, Kur’an anlaşılır bir hitaptır. Bunu ayetlerin sarih ifadelerinden anlamaktayız. Eğer insanlar Kur’an-ı anlama konusunda bir sıkıntı yaşıyorlarsa bu kitaptan kaynaklanmamaktadır. Kur’an’ın anlaşılmamasının sebebi daha çok İnsandan kaynaklanan bazı nedenlerden dolayıdır. Bu sebeple İnsanın onu anlaması için çaba harcaması gerekmektedir. Bunun için de ona ön yargılardan uzak, samimi ve dürüstçe yaklaşması lazımdır. İnsanın ondan yararlanabilmesi için tabiri caizse alıcılarını açık tutması, ona bütününü vermesi şarttır.

“Onlar Kur’an-ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde prangalar/kilitler mi var[12]

Kur’an-ı anlamak için kalbin bu kilitlerden arınması gerekmektedir. İnsanın kalbinde var olan birçok manevi hastalık bu konuda kişi ile Kur’an arasında engel oluşturmaktadır. İmam Gazzali bu manevi hastalıkların ve kilitlerin başında taklidin geldiğini söylemektedir.

KUR’AN’IN ANLAŞILMASININ ÖNÜNDEKİ ENGELLER NELERDİR?

1.) Bizi Kur’an-ı anlamaktan uzaklaştıran ve onun seviyesine ulaşmamıza engel olan en önemli engellerden biri toplumsal taklittir. Toplumsal taklit ayrıca çağı anlamamıza ve onun seviyesine çıkmamıza da mani olmuştur. Çünkü biz hızla değişen zamanın Kur’an’dan yararlanmasını durdurmuş ve içerisinde yaşadığımız devri, geçmiş zamanların anlayışıyla kavramaya çalışmışızdır. Hâlbuki devirden devire yapısal farklılıklar olduğu gibi, her devrin kendine özgü problemleri, ilişkileri, bilgi birikimi vardır. Maalesef Müslümanlar, insanların geçmişte yaptıkları içtihatlara kutsallık ve ebedilik kazandırmışlardır. Böylece her ne kadar teori olarak reddetsek bile pratik olarak Kur’an’dan ebedilik ve çağlar üstü olma özelliğini gidermişizdir.[13]

 İnsan akıl ve düşüncesine sınır koyup donuklaştırmak ve meseleleri sadece geçmişlerimizin içtihatları ışığında anlamaya çalışmak, büyük oranda Kur’an’dan uzaklaşmaya yol açmış ve Kur’an-ı düşünme ve anlamanın önüne korkunç psikolojik engeller koymuş; ayrıca akıllara kilitler vurulmuş, böylece Kur’an sadece tecvit kurallarına uygun güzel okunur olmuştur. Bundan dolayı kültürel mirasımız; anlamayı kolaylaştıran, bakış açımızı zenginleştiren ve düşünmemize yardımcı bir vasıta olacağı yerde, çeşitli yönlerden bütün bu hususlara engel olmuştur. Zamanla kutsallık Kur’an’dan Sünnet’e kayarak sünnet Kur’an-ı etkisi altına almış ve gitgide kutsallık, insanların içtihatlarına geçmiştir. Bütün bunların sonucunda Kur’an ve Sünnet teberrük için okunur hale gelmiştir.[14]

2.) Kur’an’ın anlaşılmasının ve yaşanmasının önündeki en büyük engellerden biri deKur’an’a vakıa merkezli yaklaşmaktır. Vakıa merkezli yaklaşmaktan kastım onu olay merkezli olarak kabul edip, nüzul sebeplerine hasretmektir. Bu anlayış zaman zaman şahit olduğumuz bu ayet şunun için inmiştir şu ayetler falan kavim hakkındadır bizi bağlamaz mantığını doğurmaktadır. Bu da Kur’an-ı nüzul sebebine hasretmek, tabiri caiz ise meyve veren bir ağacın kökü ile ilgilenip dallarını koparmaya benzer. Bunun varacağı nokta Kur’an’ın tarihsel bir kitap olduğu anlayışı olacaktır. Oysa Kur’an evrensel bir kitaptır.  Bu vakıa merkezli yaklaşım sadece bununla da sınırlı değil Kur’an-ı sadece başımız sıkıştığında başvuracağımız, problemlerimizi çözen bir kitap haline getirir. Ve bizi Kur’an’a bir bütün olarak bakmaya değil parçacı bir yaklaşımla bakmaya sevk eder. Bunun varacağı yer Kur’an’ı bağlamından koparmak olacaktır. Oysa Kur’an bir bütün olarak ele alınmalıdır. Çünkü Kur’an kendi kendini tefsir ve tebyin eden bir kitaptır. Onda anlaşılmaz ve açıklanmamış ayet olduğunu düşünmek Kur’an’ın eksik olduğu mantığını doğurur. Bunun sonucunda insanlar başka kaynakları da Kur’an’a eş değer görmeye başlar. Sünnet Kur’an’ın pratiğe aktarılmış hali iken ki Hz. Aişe validemiz:“Resulullah’ın ahlakı Kur’an’dı” buyurarak aslında yaşantısının Kur’an’ın tefsiri mahiyetinde olduğunu vurgulamış olmaktaydı.  Biz ise sünneti ikinci bir kaynak olarak algıladık ve Kur’an ve sünneti birinden ayırdık. Oysa Kur’an-Sünnet bütünlüğü esastır. Farklı iki kaynak değildir. İşte bunun içindir ki İmam Şafii sünnet hakkında; “Hz. Peygamberin Kur’an anlayışı veya bu anlayışın dışa yansımasıdır.”[15]demiştir.  Aynı şekilde nüzul sebeplerini göz ardı ederek okumak da onu dış bağlamından koparmak olur ki bu da ağaç veren meyvenin gövdesini kökünden koparmak olur. Fazlurrahman’ın dediği gibi önce nüzul ortamına gidip indiği ortamı incelemeli ve oradan da günümüze getirip, Mehmet Akif Ersoy’un deyimiyle çağın idrakine sunma şeklinde bir yöntem kullanmalıyız.

3.)Ayetleri bağlamından koparmak. Alakasız anlamlar yüklemek, zahirine hamletmek gerekirken mecaz anlamlarına ve ya işari yöntemlerle farklı anlamlar yüklemek. Haricilerin hüküm ancak Allah’ındır ayetini kullandıkları gibi. Hakem olayına karşı çıkıp bu olaya küfür gözüyle baktılar. Oysa Kur’an’ı bir bütünlük içinde anlamaya çalışsalardı Nisa Suresindeki şu ayet onların verdikleri hükmün yanlış olduğunu onlara gösterecekti.

“(Kadın ile kocanın) Aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da aralarında başarı sağlar. Şüphesiz, Allah, bilendir, haberdar olandır.”[16]

Ayetten de anlaşıldığı gibi insanlar arasındaki problemleri çözmek için insanların hakem olmaları gerekir.

4.) Kur’an’a parçacı mantıkla yaklaşmaktır. Onun ayetlerinin bir kısmını alıp bir kısmını terk etmektir. İşine gelen ayetleri kullanmak. Ayetleri istismar etmektir. “Müminler ancak kardeştir” ayetinin bugün istismar edildiği gibi.

            5.)En büyük engellerden biri her şeyden önce Kur’an’ın bir anlamının olduğu ve bunun anlaşılması için çaba harcamanın gerektiği algısının oluşturulmamış olmasıdır. Bu algı Kur’an’ın bir anlamının olduğu anlayışını köreltmiştir. Ve ne yazık ki bu algı Arap olmayan Müslümanlarla sınırlı değildir. Arap olanlar da aynı algıya sahip olmuşlardır.  Kur’an’ın bir anlamının olmadığını düşünmek her şeyden önce Allah’ın anlamsız bir söz indirdiği anlamına gelir ki bu Allah’a hakarettir. Peki, bu algı nasıl oluşmuştur. İlk dönemlerde Kur’an’ın yanlış anlaşılması tehlikesinden dolayı bir önlem olarak düşünülmüş olabilir.   Ancak bu çok sağlıklı bir mazeret olamaz. Zira ilk Kur’an neslinin de zaman zaman Kur’an’ı yanlış anladıkları ile ilgili birçok rivayet vardır.

Buhari’nin naklettiğine göre İlk Kur’an neslinden Adiy bin Hatem, sahabenin Oruçla ilgili “ tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar, yiyin için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın” ayetinden gerçekten siyah iplik ve beyaz iplik şeklinde anlamışlar. Ve yastıklarının altına koydukları siyah ve beyaz ipliklere zaman zaman kalkıp baktıklarını ve bunu Resulullah’a anlatınca; Resulullah önce “senin yastığın ufku kaplayacak kadar geniş mi?”  diyerek, espri ile şaka yapmış ve daha sonra da ayette geçen siyah iplikten gecenin karanlığı ve beyaz iplikten de gündüzün aydınlığı kastedildiğini söyleyerek beyan etmiştir. 

Aynı şeklide cünüp iken teyemmüm almak isteyen Ammar bin Yasir’in teyemmüm ayetini esas alıp toprağın içine yuvarlanarak yaptığını Resulullah’a anlatınca Resulullah ona sadece iki kez ellerini toprağa vurup ilkinde yüzüne ikincisinde de ellerine sürmesi şeklinde yapması gerektiğini söylemiştir.  Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ayetini savaşta ileri atılıp öldürülme şeklinde anlayan sahabeye yine peygamberin en yakın sahabelerinden Hz Ebu Bekir ayette kastedilen tehlikenin aslında savaşta ileri atılmak olmadığını asıl tehlikenin Allah yolunda infak etmemek olduğunu söylemiştir. Çünkü ayetin iç bağlamından yani siyak ve sibakından bu şekilde anlaşıldığını söylemiştir. Çünkü ayette “infak ederek iyilik yapın ve kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” buyurmaktadır.

 Bütün bunlara rağmen sahabeye Kur’an-ı anlama konusunda her hangi bir kısıtlama getirilmemiştir. İlk Kur’an neslinin Kur’an-ı anlayarak okuduğunu söylemek onların Kur’an’ın tümünü anladıkları anlamına gelmez. Hiç kimse böyle bir iddiada bulunamaz. İlk neslin Kur’an’dan anlamadıkları ayetlere karşı tavırları da çok manidardır. Hz. Ömer abese suresinde geçen “ve fakiheten ve ebba”  ayeti için “Fakiheten” meyve demektir ama vallahi “ebba”nın ne anlama geldiğini bilmiyorum demiştir. Sonra da kendi kendine “ne diye zorlanıyorsun Ey Ömer anlamını bilmiyorsan da oku ve geç demiştir.  Yine Abdullah bin Abbas “Fatir-is Semavative’lard”ayetinde geçen “Fatir” kelimesinin ne anlama geldiğini bir su kuyusu üzerinde kavga eden iki bedeviden öğrendim demektedir. 

Anlamaktan maksat aslında yaşamaktır. Hayata aktarmaktır. Temel gayesi insanlığın hidayeti olan ilahi vahyin anlaşılmadan okunması nasıl beyhude bir iş ise anlaşıldığı halde hayata aktarılmaması da aynı şekilde beyhude bir iştir. İlk Kur’an nesli olan sahabe, Kur’an ile amel etmeyi ibadet sayarken sonraki nesiller okumayı amel edinmişlerdir.

Fudayl bin İyad “İnnemaunzile’lQur’anuliye’melebihifettexezu’nnasuqiraetehu amelen “Kur’an onunla amel edilsin diye nazil oldu insanlar ise sadece onu okumayı amel edindiler, der.

Abdullah bin Ömer Bakara suresini 8 yılda bitirdiğini söylemektedir. Abdullah bin Mes’ud kendisi de mensubu olduğu ilk Kur’an neslinden bahsederken şöyle der:” Biz Kur’an’ın 10 ayetini alır ezberler hayatımıza aktarır sonra bir başka on ayete geçerdik demektedir.

Yine İbn’iMes’ud’un şu sözü çok manidardır. “Bize Kur’an’ın lafzını ezberlemek zor onunla amel etmek kolay gelirdi bizden sonrakilere de Kur’an-ı ezberlemek kolay onunla amel etek zor gelmektedir.

Kur’an’ın anlaşılır olmasından kastımız herkesin ondan hüküm çıkarması ve onunla içtihad edip fetva vermesi değildir. Çünkü bu alanında bilgi sahibi olayı ve işin usulünü bilmeyi gerektirir. Bu da herkesin yapacağı bir şey değildir. Bunun için işin ehli olmak lazımdır. Çünkü bu durum uzmanlık gerektirir.

Emeviler döneminden günümüze kadar Kur’an’ın anlaşılmasından ziyade temel hedef kuru kuru bir telaffuz etme gayretiyle anlaşılmadan okunma şeklinde olmuştur.

Her şeyden önce Kur’an-ın anlaşılması için ona bir bütün olarak bakmak lazım. Kur’an ayetlerini iyi anlamanın yolu üç şeye dayanır:

1) İç Bağlam, yani Kur’an’ın ayetlerinin siyak ve sibakı

2) Kur’an, Kur’an-ı tefsir eder ilkesi

3) Dış bağlam, Arap Ufku yani Kur'an'ın ilk muhataplarının kültür, bilgi ve düşünce dünyaları. Veya nüzul sebepleridir.

Kur’an’a hayatın tümüne müdahil bir mesaj olarak ve bir bütün olarak bakmak lazım. Bu şekilde hareket etmemiz gerekirken Kur’an dışında kaynaklar kullanarak hareket edemeyiz. Hele davette Kur’an’la uyarma esas iken başka kaynakları ön plana çıkarmak ilahi maksada ters bir durumdur. Davette Kur’an’la uyarmayı bizzat vahiy emretmektedir.

Deki en büyük şahit kimdir? Deki işte sizinle benim aramda Allah şahittir. Ve bu Kur’an sizi ve ulaşacağı herkesi onunla uyarmam için bana vahyedildi…[17]

Peygamberin 23 yıllık bi’set tarihi boyunca insanlığa tebliğ ettiği tek şey İlahi vahiydir. Ne kendinden bir şey eklemiş ne de herhangi bir eksiltmede bulunmuştur. Medine’ye hicretten sonra 10 yıl Medine’de kalmış ve yaklaşık olarak 500 küsur Cuma hutbesi okumuştur. Peki, şu anda hadis kitaplarında rivayet olarak bize ulaşan elimizde peygambere ait kaç tane hutbe mevcut? Veda hutbesiyle beraber birkaç taneyi geçmez. O zaman peygamber hutbelerde ne okuyordu. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki hutbe aynı zamanda inen vahyin tebliğiydi. Ve vahiy gündem oluşturduğu için zaten o gün Müslümanların gündemini işgal eden bir mevzu varsa direk vahiy müdahalede bulunduğu için faklı bir konuda gündem oluşturmaya gerek kalmamıştır. Örneğin gündem Uhud savaşı ise hutbede okunan olayla ilgili inen vahiydir ve Ali İmran suresindeki ilgili ayetler olmuştur. Ya da gündem Medine’yi kasıp kavuran bir ifk olayı ise herhalde peygamber hutbede Nur suresini okumuştur. Ya da gündem Tebük seferi, infak ve münafıkların durumuysa Tevbe suresi gündeme damgasını vurmuştur. Yani Müslümanları meşgul eden mesele ne ise zaten ona direk müdahale eden bir vahiy var ve gündemi oluşturan da vahiy olmuştur.

Peygamberin vahye hiçbir ilave veya eksiltme yapmadan ilahi direktifle hareket ettiğini bizzat Kur’an’dan öğreniyoruz.

Maide suresinin 67 ayetinde şöyle buyurur:

Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete erdirmez. [18]

Kâf suresinin son ayetinde kuranla uyar diyor.

“Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.”[19]

Hakka suresinin 44-46. Ayetlerinde bu konuda şöyle buyuruyor:

Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık).”[20]

Yine isra suresi 73-75. Ayetlerinde de şöyle buyuruyor:   

Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.”[21]

Kur’an kendisine yönelip muhatap olanı yücelten dertlerine şifa ve rahmet olan bir kitaptır. Kendisine sırtını dönüp ondan yüz çevirenin de sadece hüsranını arttırır.

Kur'an'dan Mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz.”[22]

İlk muhataplarının hayatında nasıl bir etki yaptığına ve zamanla nasıl bu etkisini kaybettiğine bakalım.

  1. Kur’an, kavramlarıyla Onların tasavvurlarını inşa etti. Daha önce kullandıkları kavramları bile kısmen veya tamamen içini boşaltıp yeni anlamlar yükleyip muhatabının tasavvurunu inşa etti.
  2. Kur’an, verdiği Önerme ve hükümleriyle muhatabının aklını inşa etti. Hak-batıl, iyi- kötü, güzel- çirkin, doğru- yanlış karşılaştırması yaparak insanın muhakeme gücünü oluşturdu.
  3. Kur’an, aktardığı tarihi örnek ve kıssalarla muhatabının şahsiyetini inşa etti. Aktardığı her ibret verici meselde ve Her bir kıssada bir ahlaki fazilet ve insani erdem ön plana çıkarılarak örnek bir şahsiyet oluşturdu. Aynı zamanda bu tarihi kıssalarla davet ve tebliğde de rabbani bir metod ve bir yol haritası sundu.
  4. Ve bütünsel bir okuma sonucu ulaşılacak maksat ve ruhuyla bütün bir hayatı inşa etti.[23]

Peki Kur’an bizi niye böyle inşa etmiyor? Bunun sebebi nedir?

  1. Her şeyden önce Kur’an’ın İniş maksadı göz ardı edildi mana gözden kaçtı ve üretilemez oldu.
  2. Üretilemeyen mana giderek küçüldü ve ihmal edilebilir bir unsur gibi görüldü.
  3. Tertil unutuldu sadece kıraat edildi tertilin yerini tecvid aldı. Tilavetin yerini de kıraat aldı. İşin aslı kaybolunca geriye sadece vitrin ve aksesuarı kaldı. Aynı durum mescitlerin de başına geldi. İçinde yapılan ibadet ruhunu kaybedince mescitteki manevi boşluğu doldurmak için duvarları ayetlerle süsleme yoluna gidildi.
  4. Yüceltilen lafız anlamanın değil hissiyatın konusu oldu. Güzel bir makam ve yanık bir sesle okununca insanın duygularını galeyana getirir. Onun fonetiği insanı mest eder. Aslında bu yanlış bir şey değil ancak anlam kaybolunca bu farklı bir mecraya kayar. Örneğin azapla ilgili ayetler makamsız ve duygusuz okununca muhatabın kılı kıpırdamazken miras ve talak ile ilgili ayetler okunurken güzel makam ve etkili bir okuyuşla muhatabı ağlamaya sevk eder hale geldi. Bunu gören acaba ona mirastan pay kalmadığı için mi ağlıyor düşüncesine sevk eder.
  5. Hissiyatın konusu olan lafız artık nesneleşmiş olduğu için hayatın dışına kolayca itilebildi. Sonuçta vahiy hayattan uzaklaştı. Hayatı inşa eden özne olmaktan çıkıp bir nesne halini aldı. Alınıp satılan bir meta haline geldi. Sadece ölülere okunan ölü bir metin haline dönüştü.
  6. Kısacası Kur’an terk edildi ve Allah resulünün ümmetini Allah’a şikâyet edeceği konulardan biri ya da tek konu haline geldi.[24]
  7.  
  8.  

İnsanlar tarafından Kur’an’ın “Mehcur” bırakılıp nüzul maksadının unutulması farklı Kur’an anlayışlarının ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu anlayışların bazıları şunlardır:

  1. Tarihselci anlayıştır. Birçok hükmünün indiği ortamla sınırlı olduğu ve günümüze hitap etmediği anlayışıdır.
  2. Seküler anlayıştır. Hüküm bildiren ahkam ayetlerinin indiği çağda geçerli olduğunu ve günümüze sadece iyi bir vatandaş olmanın ölçüsü olabilecek ahlaki hükümlerinin geçerli olabileceği anlayışıdır. Cuma namazından sonra camiden çıkıp kahrolsun şeriat diyenlerin Kur’an anlayışıdır. Hayatlarına müdahale etmeyen, öpülüp yükseklerde tutulacak ve kâğıdına mürekkebine saygı gösterilip hükümleri çiğnenebilecek bir kitap anlayışıdır. Kutsal kitap anlayışıdır.
  3. Şifreli sırlı ve Gizli hazineler kitabı anlayışıdır. Onun insanlığa hayat veren mesajlarıyla ilgilenmeyip ebced-cifir gibi sayısal veriler kullanılarak gizemli-şifreli bir sırlar kitabı haline getirilen anlayıştır. 19 mucizesi! Bu anlayışın tezahürüdür.
  4. Yüceltmeci anlayıştır. Sadece törensel faaliyetler için kullanılan, Üzerinde Yarışmalar yapılan yarışma kitabı, hayata hiçbir müdahalesi olmayan, ulaşılmaz, yükseklerde tutulmasına gösterilen itinanın yüzde biri kadar emirlerine gösterilmeyen bir kutsal ve dokunulmaz kitap anlayışı. Yani derin ilim sahiplerinden başka kimse anlayamadığı bir kitap anlayışıdır. Ona abdestli dokunma ve okumaya gösterilen titizliğin binde biri anlaşılmasına verilmeyen bir anlayıştır. 

            Bütün bu yanlış anlayışların temel sebebi ilahi maksadın göz ardı edilmesidir. Kur’an, insanların kendisine karşı takınmış olduğu bu olumsuz tavırları şiddetli bir şekilde yermekte ve Allah tarafından indirilen ilahi vahye karşı insanların yanlış tutum ve davranışlarını şu şekillerde ele almaktadır.

1) Kendi elleriyle yazdıklarını Allah'a isnad edenler; her ne kadar bu ayet ehli kitap hakkında nazil olmuşsa da her kim Allah’ın kitabı dışındaki bir kaynağı Allah’a isnat ederse bu ayetin muhatabı olur.

"Kitabı kendi elleriyle yazıp sonra onunla basit çıkar elde etmek için "Bunlar Allah'tan gelmiştir!" diyen kimselerin vay hallerine! Ellerinin yazdığından ötürü vay haline onların ve o kazandıklarından dolayı, vay haline onların"[26]

2) Allah'tan gelen vahyi insanlardan gizleyenler;

"Göndermiş olduğumuz apaçık belgeleri ve hidayeti kitaplarda tüm insanlara açıkça bildirmemize rağmen gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lanet eder, hem de tüm lanet ediciler lanet ederler."[27]

3) Allah'tan gelen vahyi bir kenara bırakıp yalan sayanlar ve kendi hevalarına göre hareket edenler;

"Onlara şu adamın durumunu anlat: ayetlerimizi kendisine bağışlamıştık. Fakat o, elinin tersiyle bir kenara itiverdi; böylece, şeytan onu kandırıp peşine taktı ve sonunda, azgınlardan biri olup çıktı! Eğer dileseydik, elbette onu ayetlerimiz sayesinde yüceltebilirdik; ne var ki o, tutkularının peşine takılarak, dünyaya saplanıp kaldı! Onun durumu tıpkı bir köpeğin haline benzer; üzerine gitsen de dilini çıkarıp hırlar bıraksan da! İşte, ayetlerimizi yalanlayan kimselerin durumu böyledir. Bu örneği anlat belki düşünürler."[28]

4) Allah'tan gelen vahye sırtını dönenler yani zikrden yüz çevirenler.

"Ve her kim de benim öğüt ve uyarılarımdan yüz çevirecek olursa, işte onu, sıkıntılı bir hayat beklemektedir. Hesap gününde ise, onu kör olarak haşr edeceğiz. "Ey Rabbim! Diye feryat edecek, "beni neden kör olarak dirilttin oysa ben gözleri gören biriydim? Allah cevap verecek " çünkü ayetlerim sana ulaşmıştı da sen onları unutuvermiştin, işte bugün sen de aynı şekilde unutulacaksın!" [29]

5) Allah'tan gelen vahye ters gözle bakanlar.

"Her kim Rahmanın zikrine karşı ilgisiz ve duyarsız kalırsa(veya kusurlu bir gözle bakarsa) onun başına kendisini gölge gibi takip eden bir şeytan musallat ederiz." [30]

6) Allah'tan gelen vahyi ezberleyip okudukları halde onun sorumluluğunu taşımayanlar;

"Tevrat’ı omuzlarına yüklediği halde onun gereğini yerine getirmeyenlerin durumu, tıpkı kitaplar taşıyan eşeğin haline benzer. Allah'ın ayetlerini yalanlayan bir toplumun durumu ne kötüdür. "  [31]

                   Sonuç olarak Biz Kur’an’a aktif bir özne gözüyle bakmadıkça, kendimizi bütünüyle ona teslim etmedikçe ve üzerinde akademik çalışmalar yapılacak bir nesne gözüyle baktığımız müddetçe onun bize vereceği bir şey olmaz. Bizim ona nesne muamelesi yapmamız dinimizi ondan öğrenmemizi değil var olan yaşantımızı meşrulaştırmak için ondan delil aramaya sevkedir. O bu konuda da çok cömerttir. Bize bolca malzeme verir. Ancak bu durum bizim onu yaşamamız anlamına gelmeyecektir. Onu kendi menfaatlerimize alet etmek olur. Yani biz kitaba uyacağımıza kitabı kendimize uydurmuş oluruz. Bunun vebali çok büyüktür.

De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[32]

O zaman Kur’an’dan istifade etmek için onun önünde diz çöküp onun öğrencisi olmamız gerekmektedir. Onu özne olarak kabul edip ona can kulağıyla kulak vermemiz gerekecektir. O bir şey söyledi mi ama fakat oysa gibi mazeretleri bir kenara bırakmalıyız. Onun lafzı bir kez nazil oldu anlamı ise sürekli nazil olmaktadır. Onun Hz. Muhammed’in (sav) hayatına ilk girdiği gün onun hayatını değişirdi ve Allah o geceye kadir gecesi ismini verdi. Öyle bir etki yaptı ki bir ömre bedel. Bizim hayatımıza ne vakit müdahale ederse işte o gün bizim de kadir gecemiz olur.

            Kur’an-ı bize hitap ediyor gibi okumalıyız. İlk Kur’an nesli gibi her birinin hayatında ilahi vahyin bir dokunuşu var ki bütün bir ömürlerini değiştirmiştir. İlk Kur’an neslinin her birinin hayat hikâyesine baktığımızda onların İslam’a girmelerinde etkin olan iki unsur vardır. Birincisi; ilahi vahiydir. İkincisi; ilahi vahyi tebliğ eden elçinin ahlakıdır. Başka herhangi bir mucize sayesinde Müslüman olan hiçbir sahabenin olduğuna dair tek bir rivayet yoktur. Aslında Kur’an sonsuz bir mucizedir. Her çağda insanların hayatına bu şekilde müdahaleler yapar. İlk nazil olduğu geceyi kıymetli kılıp bin aydan daha hayırlı yapmıştır. O gece Leylet’ulQadr olmuştur. Bizim de hayatımıza nazil olup hayatımızı kıymetli kılması dileğiyle, son duamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Veaxiruda’wanaen’ilhamdulillahiRabbil âlemin.


[1] Bakara,2/1,2.

[2] Bakara,2/185.

[3] Yasin,36/6.

[4] Yasin,36/70.

[5]Bakara ,2/121

[6]Nahl,16/98

[7] Müzzemmil,73/4.

[8]Bakara ,2/121

[9] A’raf,7/204.

[10] Hud,11/1.

[11] Kamer,54/17,22,32,40.

[12] Muhammed, 47/24.

[13] Muhammed Gazali, Kur’an-ı Anlamada Yöntem, Şule Yayınları, İstanbul,2002, 27.

[14] Gazali, a.g.e., 25.

[15]Gazali,a.g.e., 37.

[16]Nisa,4/35.

[17] En’am,6/19.

[18]Maide,5/67.

[19] Kâf,50/45.

[20] Hakka,69/44-46

[21] İsra,17/73-75.

[22]İsra,17/82.

[23] Mustafa İslamoğlu, Hayat kitabı Gerekçeli Kur’anı Kerim Meali.

[24]İslamoğlu,a.g.e.

[25]Furkan,25/30.

[26] Bakara,2/79.

[27] Bakara,2/159.

[28] A’raf,7/175,176.

[29] Taha,20/124-126.

[30] Zuhruf,43/36.

[31] Cuma,62/5.

[32]Hucurat,49/16

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim