Bir düşünceyi, bir olayı anlamak onu öncelikle kendi dönemi ve tarihi içinde okumayı gerektirir. Tarihte ortaya çıkmış akımlar, düşünceler, krizler kendi zamanının nedeni veya sonucu olabiliyor. Bu da ele alınan her olayı bir önceki ile değerlendirme zorunluluğu yaratır. Postmodern durum ya da söylem konusunda da bu geçerlidir.
Postmodernizm üzerine söz söylemek, ele avuca sığmayan durumu, sınırlarını belirleyememe problemi ve hiçbir kalıba uymama hallerinden dolayı zordur. Ancak her şeye rağmen onu dönemsel şartlar içinde her türlü ideoloji-dinsel söylemi mutlaklığına karşı geliştirdiği teoriler ve dinsel anlayışların bunlara getirdiği tepkileri anlamaya çalışacağız. Bu anlamda hiç kuşkusuz uğranacak ilk duraklardan biri modernizm ve onun din algısı olacaktır.
Modern Düşünce ve Din
Aydınlanma 17-18. yüzyılda var olan totaliterliğe, kastçı feodal toplum yapısına, baskıcı dinsel dünya görüşüne karşı yeni olgunlaşmakta olan burjuvazinin yönettiği bir özgürleşme hareketidir. Aydınlanma çağı, insanlık tarihinde akıl ve düşüncenin bireyin en güçlü yetisi olarak birleşmiş bir biçimde dünyanın ve toplumun metafizik ve mistifiye edilmiş anlaşılmasına dayalı geleneksel toplum ve bilgi yapılarının ortadan kaldırılmasını ifade eder. Bu çağla din, toplum temelindeki yerini kaybetmeye başlar.[1]
Aydınlanma felsefesinde “akıl” merkezi bir öneme sahiptir. Kant’ın ifadesiyle aydınlanma, kişinin aklını kullanabilme cesareti gösterebilmesidir. Yani kişi bir başkasının aklına başvurmaksızın özgürce aklını kullanabilecektir. Aydınlanma düşüncesinde ele alınan akıl, rasyonalist gözle bakabilen bir akıldır. Bu rasyonalist akılla insanlık mitleri, batıl inançları, gizemli güçleri bir kenara bırakır. Çünkü rasyonalist dünyada kuramsal olup hesaplanmayan hiçbir alana yer yoktur. Bu anlamda aydınlanma düşüncesi ile özgürlük, akıl, birey, insan hakları vb. kavramlar ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte din, felsefe, bilim ve sanat da ancak bu düşüncenin potasında erittiğinde ve rasyonalist bir bakış geliştirebildikleri sürece geçerlidirler.
Aydınlanma hareketine dayalı olan modern kelimesi latince kökenli olup, kelime anlamı olarak hemen şimdi demektir.[2] Hala birçok yönleri ile ağırlığını hissettiren modernizm her anlamıyla bir kopmayı ifade eder. Yani içeriği değişse bile modernliğin en esasında değişmeyen hususu, kendini eskiden yeniye geçişin sonucu olarak görmesidir. Mesela bir stilin modern kabul edilmesi onun yeni olduğu anlamına gelir, bu da eski ile yeni ayrımında modernliğin bugüne ait olduğuna işaret eder. Böylece modernizm özünde gelenekle bir karşıtlık taşır.
Modernliğin en geniş anlamıyla değişimi ifade etmesi modernleşme sürecine giren her toplumun tüm yönleri ile değişimin (kendisine benzeterek aynılaştırır) söz konusu olması onun en temel özelliğini oluşturur. Modernlik akılcı, bilimsel, teknolojik ve idari etkinliğin ürünlerinin yaygınlaştırılmasıdır. Bu anlamda modernizm, zamanla toplumun farklılaşmasını hedefler. Toplumun farklılaşması demek toplumun siyasi, ekonomi, dini, aile yaşamı ve sanatı değiştirip dönüştürmektir. Heidegger’in modernliğe yaptığı bir eleştiri şöyledir: Heidegger, çağdaş dünyada dünyayı dört şeyin terk ettiğini söyler, dünyayı ilkin gökyüzü terk eder, gökyüzü artık ellerin açılıp dua edilecek bir yer değildir. Sonra yeryüzü terk eder artık tanrılar adına kurban kesilip şenliklerin yapıldığı alan değildir. Daha sonra tanrılar terk eder, çünkü dinler sistemin çarkında kaybolmuştur ve en son tanrı gider, böylece “dünyanın ışığı söner”, şeklinde ifade ederek rasyonalist modern dünyanın dönüştürmesine dair bir eleştiri ortaya koyar.[3]
Modernliğin toplumu dönüştürme arzusu aslında aklileştirilmiş bir dünya tasavvurunun hayat bulmasına olanak sağlayıp, tanrıyı devre dışı bırakıp, dini özel bir hayata ve özel alana sıkıştırır. Gelenekten azade olmuş modernizm, geleneğe dair her şeyi dönüştürmesi, onun radikal bir değişmeden sonra ortaya çıktığını gösterir. Bu radikal değişimi yalnızca insana değil, çevreye de uygular. Modern dünya, tarımsal toplum yerine sanayi toplumunu önceleyip yeni bir dünya belirledi. Bu anlamda modernite önce insanı daha sonra insanın dünyasını etkiler. Modern olmak artık düne ait olamayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir[4]. Böylece batıya ait modernlik ideolojisi kul fikri ve bu fikrin dayanağı olan tanrı fikri yerine bilimi ve aklı koymuştur. Bu yanıyla modernlik bir kopuş ve rasyonelleşme olduğu kadar bir sekülerleşme ve laikleşmedir de.
Modernleşmenin bir diğer özelliği yalnızca kendisinden önceki dönemden bir farklılaşma değil ayrıca daha iyiyi, daha ileriyi ve gelişmiş olmayı da içeren bir bütünlüktür. Yani modernleşme aynı zamanda ilerleme, gelişme ve kalkınma düşüncesini de içermektedir. Bu dünya görüşü insana bir anda farklı bir dünyanın kapısını aralar. İnsan kendi geleceğini ve etrafındaki olayları kendisinin belirleyebileceği etkin bir konuma geçer. Heidegger’in dediği gibi yeryüzü, gökyüzü ve tanrılar bir anda tüm cazibelerini yitirdiler ve tanrının tüm özelliklerini kendine uydurarak akıl, tanrısal bir özellik kazandı[5]. Tüzer’in ifade ettiği gibi, tanrının yerine akıl, kutsal kitabın yerine bilim, peygamberin yerine bilim adamları ve uzmanlar, ümmetin yerine rasyonel toplum, kulun yerine özerk özne, inayetin yerine tarih ve cennetin yerine bu dünyada daha iyiye ve gelişmişliğe, selamete doğru ilerleme konmuştur.[6]
Modernizmle bu yeni insan tipi kendini ortaya koyma, bir duyum alma, bilim ve teknolojiyle, her gün yeni dünya deneyimleri ile modernliğe ait bilinç düzeyini yaygınlaştırır. İnsanların zaman ve mekânla ilgili algılama biçimlerini sürekli dönüştürür. Böylece insan (özne), tarihsel süreç içerisinde kendini daha fazla gerçekleştirme ve daha fazla özgürleşmektedir[7]. Ancak şunu hatırlatmakta fayda vardır, bu bilinç düzeyinin yaygınlaşmasının çıkış noktasını batı aklı ve batı öznesi yapmaktadır. Yani özgürleşen de tarihi yapan da batı insanıdır. Doğuda ise modernleşme, özgürleşme tarihi olmadan olur, doğu bu konuda durağandır, bu yüzden reform aydınlanma ve ihtilal gibi öznenin kendini bilmenin ve duyumsadığı tarihsel deneyimi de ancak batıda ortaya çıkmıştır[8].
Yukarıda bahsettiğimiz modern anlayışın özellikleri üç başlık altında tanımlanabilir. “Bir toplumsal değişme süreci ve kuramsal olarak yer ve zaman boyutunda evrensel olan veya bu tür süreçler toplamı” olarak modernleşme, “Laikleşme ve kapitalizmin doğuşu ile ayırt edilen tarihsel bir deneyim olarak modernleşme” ve “Gelişmekte olan ülkelerin liderleri veya elitlerince izlenen bir seri politika” niteleyen kavram olarak modernleşme tanımları yapmak mümkündür[9].
Ele alınan tanımlarda ve genel olarak özellikleri göz önüne alındığında modernizm sürekli ve doğrusal ilerleme anlayışı üzerine kurulur. Bu anlamda modernizm ideal bir toplum oluşturmak için mutlak gerçek kavramını düşünce sistemine sokar. Modernizmin kastettiği mutlaklık laikleşmiş düşüncedir, böylece laik ve mutlak düşüncesi hayatı ve hayatın şekilleniş tarzını (hukuk, din, felsefe, mimari vb.) tanrısal bir havadan çıkarıp akıl temelli ve insan odaklı bir özelliğe kavuşturmuştur.
Modern dünya ilerleme, evrensel, akılcı ve bilimsel bir dünyayı tüm toplumlara vaad ederek toplumları aşkın ya da doğa üstü hiçbir desteğin olmadığı, özgürlük ve mutluluğun egemen olduğu tamamıyla insani bir düzen ve insanı merkeze koyan bir dünyaya yönlendirir. Tarihin akışı içinde dine ve geleneğe özgü kabul edilen bütün kurumların zamanla yok olup gideceğini öngören bakış açıları da ortaya çıkmıştır.
Modernizmin açık olarak dine ve geleneğe hayat şansı tanımayan düzeni, dini günlük hayat içinde giderek etkisinin azalmasına neden olur. Dinin ve modernizmin aralarında var olan farklılaşmanın sebebi, dinlerin geleneksel toplumlarda sahip olduğu konumların ve değişimlere adapte olamayan dogmatik yapısının neden olduğu ileri sürülmektedir. Geleneksel toplumlarda din, yaygın değer olarak günlük yaşamın bütün kodlarını etkilemekte ve toplumsal kurumlar dine göre organize olmaktadır. Dinsel inançlar ve insanların davranışlarında etkili olan dinsel söylemler özü itibari ile nihai mutlak ilkeleri bünyelerinde taşıdığı için dünyadaki gelişmelere karşı mensuplarını pasif tutum seçmeye motive ederler.[10]
Modernizm ve gelenek arasındaki farklılaşmaya neden olduğu düşünülen bir diğer sebep ise modern toplumun bireyi dinsel yaşam ve getirilerinden özgürleştirerek, ulus- devlet endeksli bir toplumsallaşma olanağı yaratan devleti siyasetin tanımlayıcı öğesi yapan bir disiplin ve normalleştirici istikrar toplumunu da ortaya çıkarmaktadır. Modern algı dinsel söylemin üzerinde bir otorite oluşturmak için onu geçmişe ait bir şey olarak tanımlar. Modernliğin bütün alternatiflere karşı oluşturduğu karşıtlık kendi meşruiyetini ve tarih anlayışını diğerlerinden üstün kılma adınadır.[11]
Modernliğin birçok alan gibi dinin de mutlak temellerine başkaldırır. Böylece bilme ve inanmanın birbirinden ayrılması gerektiği kanaatini taşır. Modernizmin ilerlemeye yönelik endüstrisi, devlete siyasette aktif rol oynamasını sağlama, aklın ve bilimin egemenliğinde bir yaşam vaatleri, pratik hayatta her zaman umulan sonuçları vermedi. Modernizmin dinsel yaşamı öteleyen, geriye iten özellikleri onun toplumda ziyadesiyle eleştiri almasına neden oldu. Tabi bununla birlikte modernliğin bu ötelemeleri birçok anlamda tepkisel duruşun da var olmasına neden oldu. Bunlardan teknolojik gelişmelerin insanları makineye dönüştürdüğü görüşüyle Phoudhon ; teknolojik gelişmenin yabancılaşmaya ve toplumsal çelişkileri arttırdığı görüşüyle Marks, modernliğe radikal eleştiriler getiren düşünürlerdir. Modernlik dinsel söylemlerde de aynı tepkileri almıştır, modernleşmenin sekülerleşmeye neden olduğu gerçeği bunun karşıtı olarak birçok güçlü hareketi doğurdu. Bununla birlikte dinin kaybedilen etkisine rağmen hem eski hem de yeni dini inanç ve ibadet şekilleri bazen yeni kuramsal şekillere bazen de aşırı dini ifadeye dönüşerek fertlerin yaşamındaki yerlerini korumuşlardır.[12]
Modernliğe karşı ortaya çıkan bir diğer tepki modernizmin umduğunun tersine artan bir dini canlanıştır. Dinsel farklılıklar dolayısıyla medeniyetler arasında ortaya çıkan gerilimler sekülerleşme ile ilgili kafa karışıklığına neden olabilmektedir. Ayrıca modernliğin dünyanın bütün alanlarında ortaya çıkan sonuçları (nükleer silah, büyük dünya savaşları, kimyasal atık, doğal yaşam dengesinin bozulması vb.) dinsel kimliklerin ve dinin yeniden kendisine yer bulabilmesini sağladı. Özellikle soğuk savaş döneminde etnik milliyetçilik ve dini fundementalizm bunlara örnektir.[13]
Postmodern Durum ve Din
Konunun başında da belirttiğimiz gibi, oluşan her akım, söylem ve kriz kendi dönemi içinde bir neden veya sonuç olarak görülmelidir. Postmodernizme baktığımızda onun da modernliğe geçişin yarattığı sorunlar ve doğurduğu gerilimler ve nihayetinde modernlik krizi olarak değerlendirilebilir. Modernizmin ekonomik ve siyasal modellerin sanıldığı gibi evrensel ilkelere değil; tamamen gelişmiş ülkeler lehine kurulmuş olduğu kabul edilmeye başlandı. Sözgelimi demokrasi ve insan hakları anlayışlarının taşıdıkları çifte standartların ortay çıkması, insan merkezli batı düşüncesinin tüm versiyonlarının sorgulanmalarını kolaylaştırmaktadır. Yine dünyada birçok toplumun kurtuluş ümidi olan Marksizminde diğer “büyük anlatılar” gibi tökezlemesinin yarattığı büyük hayal kırıklığı insan merkezli bu modern projelere bütünüyle bir isyan atmosferi oluşturmuştur. Böylece postmodernistler geleneksel felsefi sacayaklarına yaslanmayan toplumsal eleştiri anlayışları geliştirmeye başladılar.[14] Yaşadığımız yüzyılda, “modern”liğin sicili - dünya savaşları, toplama kampları, soykırım, dünya çapında bunalımlar, Hiroşima, zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun genişlemesi- ilerleme fikrine duyulan her türlü inancı ya da gelecekten ümit beslemeyi sorgulanabilir bir hale getirmektedir.[15] Böylece yeni arayışları gündeme getirmiştir. Modernlik düşüncesinin yarattığı krizden kurtulmak adına postmodernizm, ortaya atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir. Sınırları tamamen belirlenmiş bir tanım ve görüş belirtmek postmodernizm için ne kadar zor ve çetrefilli olsa bile onun genel olarak modernliğe bir eleştiri, alternatif bir yapı ve yeni bir dönem arayışı olduğunu söyleyebiliriz.[16]
“Postmodernizm ya da geç kapitalizmin kültürel mantığı”, “tamamlanmamış bir proje olarak: modernlik”, “neo-modernizm”, “üst modernizm”, “gösteri toplumu” olarak birçok düşünür tarafından adlandırılan ve tanımlanan postmodernizm veya postmodern durum, belirlenmiş, herhangi bir tanımı taşıyan yapıya sahip değildir. Herhangi bir tanıma indirgenemeyecek bir karmaşıklığa düzensizliğe sahipse de postmodernizm, öncelikle modernizm le hesaplaşmayı ya da “modernliğin toptan radikal bir eleştirisini içerir. Bu yüzden postmodernizm, “post” ekinden kaynaklanan “bir sonralık” ,“bir son’luk”, “bir eleştiri”, “bir başkaldırı” boyutu taşır.[17] Ancak doğası gereği tanımlama yapmak zordur. Nitekim Şaylan, postmodernizmin kavram olarak estetik anlayış ve ölçüsünden toplum düzeni ya da işleyişine, toplumla ilgili kuramsal çözümlemelere ve bilim felsefesine kadar uzanan çok geniş bir alanda ortaya çıkan yeni yaklaşım ya da tartışma biçimlerini kapsamasından dolayı tanımlanmasının güç olduğunu ifade eder.[18]
Postmodernizmi modernizmden bir kopma olarak değerlendirenler olduğu gibi onu, modernizmin kendi içinde bir eleştiri olduğunu iddia edenler de vardır. Örneğin Habermas, postmodernistlerin savunduklarının aksine, modernliği tamamlanmamış bir proje olarak görüp, postmodernizmin içinde yer alan unsurların modernizm de zaten olduğunu iddia eder. Nasıl tanımlanırsa tanımlansın postmodernizm, son 20-30 yılda yaşanan büyük ve evrensel dönüşümün adıdır.[19]
Postmodernizm, bugünün geçmişten, modernin modern öncesinden üstün olduğu görüşünü sorgular. Böylece modernizmle kenara atılan gelenek, kutsallık, duygular, coşkular, sezgi, örf- adet, metafizik, büyü, din vb. her şey tekrar gün yüzüne çıkar.
Postmodernizmin bir diğer özelliği ise, modern süreçte düşünce ve hayata egemenlik kurmuş olan bilim ve bilimsel bilgi tekeline karşı bir özgürleşim çabasıdır. Hatta postmodernizmin en başat özelliği özgürlüktür. Postmodernizm parçalanmayı savunur. Bu yüzden her alanda sentezi horgörür. Yani büyük harflerle konuşmak bu dönem içinde geçerliliği yoktur.[20]
Postmodernizmin öznesi tabi kılma, boyun eğme pratiklerini sorgulayan ve yeni öznellik tarzlarını inşa etmeye girişebilen bir öznedir. Böyle bir özne bu anlayışa göre bilgisinin gerçekliğe birebir karşılık gelmediğini, gerçekliğin hep yeniden üretildiğini bilir. Bunun içinde hep yeni modeller geliştirmesi gerekir. Çünkü gerçekliğin oluşacağı zemin postmodernizimde yok olmuştur.[21] Feyeranbend’in bilimsel akılcılığa karşı savunduğu “ne olsa uyar.” sloganı tam da bahsedilen serbestliğe atıfla postmodernizmi anlatır.
Postmodernizm sentezleme ve bütünleştirme karşıtlığıyla, total anlatılara ve yasalara karşı çıkar. Postmodernizm ister siyasi, ister dinsel, ister toplumsal nitelikli olsun bütün küresel, her şeyi kapsayıcı dünya görüşlerine meydan okur. İslamı, Hristiyanlığı, faşizmi, stalinizmi, liberali, demokrasiyi ve modern bilim vb. aynı dereceye indirir ve bunları, bütün soruları önceden tahmin edip belirlenmiş cevaplar olduklarını söyleyerek elinin tersiyle iter. Bununla birlikte hayatı bütünüyle açıklama ve yönlendirme iddiasındaki hak, adalet, özgürlük, eşitlik, rasyonalizm gibi ideallerin hepsini meta anlatı olduğunu ve bütünüyle geçerliliğini kaybettiğini ileri sürer. Bu nedenle “kime göre” sorusu bu akımın içinde olağan bir soru halini alır.
Postmodernizm, epistemolojik varsayımları redederek, metodolojik uzlaşımları çürüterek, bilgi iddialarına direnerek, hakikatin her türlü versiyonunu bulanıklaştırarak ve politika önerilerini bir kenara atarak hiçbir şekle benzemeyen, hiçbir kalıba olmayan bir hal alır. Ancak postmodernizm, her şeye olan karşıtlığına karşın, desteklediği tek şey “çoğulculuk” olur. Karşı- aydınlanmacı bir çıkışla “aydınlanmanın” akıl ve bilimi kutsayan söylemlerini reddederek, belli bir düşüncenin merkeze alınıp, diğerinin reddedilmesine karşı çıkarak çok yönlülüğü ve çoğulculuğu destekler. Postmodernizm anlam berraklığından çok, anlam zenginliği aramak, siyah- beyaz ayrımından kaçınıp, hem biri hem de ötekini kabul etmek ister.[22]
Yukarıda bahsedilen postmodernizmin özellikleri çerçevesinde şöyle bir sorun ortaya çıkar. Özelliklerini ele alırken modernliğin postmodern durumda bilimsel bilgi anlayışının sorgulandığı, bu yüzden geri plana itilmiş olan büyük anlatıların ve mitsel öğelerin tekrar hayat bulduğunu iddia ettik. Diğer yandan ise bu büyük anlatıların postmodernizde reddedildiğini ifade ettik. Bu iki karşıtlığı kendinde barındırabilen bir postmodern söylemde “din” konusu nasıl işlenebilir?
Her din, “mutlak hakikati” en kesin biçimde, doğrudan doğruya kendisinin ifade ettiğini dolayısıyla nihai kurtuluşun ancak kendi yaşam formuna katılmakla mümkün olacağını iddia eder.[23] Modernlik söylemi dinlerin bu mutlak ve hakikat anlayışlarına karşı dışlayıcı bir tutum benimsemiştir. Modern anlayışın egemen olduğu yerde dinsel söylemler ağırlıklarını kaybederler ve kişisel bir tercih haline bürünürler.
Geç ya da postmodern dünyada din sorununu etkileyen bir diğer ilgi alanı da küreselleşmedir. Hem evrensel eğilimler, hem de onlara karşı özel, yerel tepkiler küreselleşme sürecinin bizzat dini ve dinle ilgili sorunları arttıracağını belirtir.[24] Perşembe’nin de ifade ettiği gibi küreselleşmenin tanımı gereği ve her gün yaşamımızı büyük bir yoğunlukla etkileyen bazı davranış biçimlerinin deveranı içerisinde dinsel inanç ve pratikler hiçbir imtiyaza sahip olmaz. Hatta bilimsel teknolojik ilerlemenin yol açtığı olağanüstü başarılar insanı ve onun akılcı potansiyelinin tanrılaştırılmasına yol açarken dine ve geleneğe bağlılıkları da zayıflatmıştır.[25]
Modernlik bilincinin küreselleşme kapsamında dünyanın farklı bölgelerinde tepkiler ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin mantığı dinsel kurumları ve ihtiyaçlarda tüketim mantığına tabi kılmış bu da genel bir eğilim olarak dinsellikte artışı doğurmuştur. Küreselleşen dünyayı simgeleyen kültür savaşlarının en önemli sembollerinden biri olan din ortadan kalkacağı varsayılmasına rağmen bugünün dünyasında egemen kodlardan birisi olarak yaşamını sürdürmektedir.[26]
Bugün bütün dünyada kitle iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmelerle daha hızlı ve kapsamlı bir bilgi alışverişi gerçekleşmekte insanların yeryüzündeki farklı kültürleri tanıma ve işbirliği kurma istekleri artmaktadır. Bağlı olarak dünya çapında organize edilen spor olimpiyatları vb. etkinliklerle yolu açılan küreselleşme algısı her türden ve her inançtan insanın sıklıkla bir araya gelmesini ve bu bir araya gelişlerin iyice kanıksanmasına sağlamaktadır. Bunun dinsel inançlar alanında ilk anda meydana gelen şok edici anomik sonuçlarının yanı sıra bütün bir küreselleşme algısının kanıksadığı oranda dinsel inançların tekrar geri gelişine tanık olunabilir.[27] Burada birbirine girmiş iki konunun ortaya çıktığını söyleyebiliriz, ilkin günümüz modernliği dinsel hareketlerin canlanmasıyla karakterize edilmekte olduğunu, ikincisi ise dinsel hareketleri kapitalizmin içinde dönüşerek tekrar canlandığıdır. Perşembe’nin ifade ettiği gibi fundamentalist dini hareketlerin yükselişinin bir aradalığına aldanmamak gerektiğini aslında bunların birbirlerine rakip unsurlar olduğunu kaydeder. Gellner’in başvurduğu yüksek ve aşağı kültür insanları arasındaki ayrımla özellikle İslam dininin yükselişinin ciddiye alınabileceğini diğerlerininse yükselişlerinin başka türlü açıklanabileceğini düşünür. Ona göre diğer dinlerin varolmaya devam etmeleri hatta giderek dinsel bir canlanışı ifade etmelerinin sebebi muhtevalarını özlerden sapma pahasına tamamen modernleştirmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden bu tür dinlerin yükselişi rasyonel bir içerikle değilse ancak çok geçici bir parıldama olarak görülmesi gerektiğinden modernizmin genel seyrine hiçbir tehdit içermez.[28]
Postmodern durumda kapitalizmde dinin dönüşümünü Peter Berger şöyle anlatır, ona göre dinsellikte artışın Amerikan toplum yapısına ve yaşam tarzına ilişkin bir yanı vardır. Amerikan toplumunda dinsel kurumlar da kapitalizmin sayesinde pazarlama vasıtası haline gelmiş; dinsel gelenekler tüketici malları vasfını kazanmıştır. Bugünün küreselleşme ile karakterize edilen kültürel durumunun en belirgin özelliği kültürel formların dinsel inançların günlük yaşam örüntülerinin en yüksek düzeyde çoğulcu bir toplumsal pota içerisinde aşağı yukarı eşitlenmiş olması; aralarından birinin üstünlüğüne hüküm verecek bir üst ilkenin varlığıyla ilgili olanakları tüketmiş olmasıdır.[29]
Postmodernizm, dinlere ait olan ezeli ve ebedi bilgiyi elde edebilme veya dinlerin gerçeklik hakkındaki söylemlerini dikkate almazlar. Tanrısal tecrübenin, bireyin ve toplumun yaşantısında ön plana çıkan etik özelliklerine değer verirler. Derrida, “sorumluluk” etiğin kalbidir der. Bu anlamda postmodernizmin dinden beklentisi etik vurgusunu ön plana çıkarmasıdır. Bu anlayışa göre din, barış, aşk ve yardımseverlik gibi faziletlerin egemen olduğu bir cemaat tesiri çağrısıdır. Postmodernizmin dinin mutlak olarak hayata egemen olan öğretilerine yaşam hakkı tanımayacağını ve dini ancak dönüştürerek kabul edeceğinin bir diğer örneğidir.[30]
Postmodernliğin her şeyden önce günlük yaşamdaki metalaşmayla, kültürel sistemler üzerindeki kitle tüketim sistemlerinin etkisiyle anlaşılabileceğini düşünür. Dinsel inanca asıl tehdit günlük yaşamın metalaşmasıdır, dinsel inançlar, gündelik ihtiyaçlar ve kaygılar açısından münasip olma ve olmama durumuna göre benimsenip ya da reddedilmektedir. Dini inanç veya dinsel mensubiyet küreselleşmiş postmodern bir toplumda problematik kılan şey gündelik yaşamın hiç bir şeyden etkilenmeyen küresel bir mübadele sisteminin metalaşmış bir parçası haline gelmesidir.[31]Bu durumda dinsel semboller, kavramlar ve pratikler de gündelik yaşantının tüketim evreni içinde birer meta haline gelmektedir. Mesela postmodernizm için popüler marksizim okumaları veya ideolojisi, marksizmi fikirlerin süpermarketinde satışta olan binlerce markadan yalnızca biri olarak görürler.
Postmodernizm içinde “din”in canlanış şekillerinin dönüşümlerle gerçekleştiği gördük. Bu dönüşümlere karşı tepkiler de din tarafından verilmiştir. Dinin verdiği tepkilerden biri fundamentalizmdir. Fundamentalizm, hızlı değişen moderniteye dair eleştirel yayınlarla karşılaşmaya hazırlayan kültürel bir kaynak olarak görülebilir. Fakat fundamentalizm iki önemli niteliğe sahiptir. Birincisi fundamentalizm şu anki tepkilere aykırı şartlarla anlamlı tarihi bağıntılara sahiptir. İkincisi, dinin nihai indirgenemezliğinin altını çizer.[32]
Fundamentalizm, Lyon’a göre kutsal kitap doktrinlerinin belli başlı meselelerini görüşmeyi reddeden teolojik bir modernizme karşı muhafazakar Hristiyanlığa dair Amerikan savunusuna başvurur. Giddens fundamentalizmi, geleneksel tarzda sunulan gelenek olarak düşünür. Ona göre fundamentalizm, çağdaş modernitenin krizlerine cevaplar olarak ortaya çıkar.[33]
Dinin döneme verdiği bir diğer tepki ise hermeneutiktir. Hermeneutik, dinsel ilk anlamı yeniden elde etme, kavram oluşumu ve teorik gelişmeler sürecine girmek için dini olarak yapılan betimlemelere izin verir. Diğer taraftan ilk anlamı yeniden elde etme, eninde sonunda dini bağlılıklar ile epistemoloji arasında bir ayrılığın mümkün olmadığını hatırlatır. Yayılmış ve kaçınılmaz olan dönüşlülük fenomenini tanımak bir dini bakış açısından istenen şeyi muhafaza edecektir: bilme sorumluluğu.[34]
Sonuç olarak, modernizmin dinsel hakikati dışlayan tutumuna karşılık postmodernizmde dinin yeniden hayat bulması ilk etapta gelenek ve din için olumlu karşılanmıştır. Ancak postmodern söylemin “din” bakış açısı ondan beklentileri ve nihayetinde dönüştürülmüş bir din anlayışı görüntüsü olumlu bakışın tekrar değerlendirilmesi gerektiği kanaatini taşımaktayız. Bu yüzden sarkacın hızı ne ise aynı hızla döner diyerek modernliğin dine karşı baskıcı tutumu, postmodernizmde dönüştürülerek yerini almıştır. Çağdaş dünyada dinin ve dinsel söylemin yeniden canlanması süreci ve olgusu bu anlamda hem kuramsal düzeyde hem de somut siyasal yaşamda yorumsal bir zihin karışıklığı yaratıyor. Toplumsal bir olgu olarak dinsel söylem ve hareket, “katı olan her şeyin buharlaştığını” “tanımını yaptığımız olguların cevap arayan sorulara dönüştüğünü”, “nedensellik ilişkilerinin çarpıklaştığını” “toplumsal ilişkilerin karmaşıklaştığını” simgeleyen geç modern zamanların en önemli göstergelerinden biri olarak varlığını sürdürür.[35] Yeni dini anlayış ve yorumların postmodernizmde etkinlik kazanması dinin ayakta kalmasının insanın varoluş şartlarıyla ilgili olan çok önemli sebebi olarak görülmektedir. Din söylemi aldığı darbelere karşın insan varoluş sebebiyle onu hayatında devam ettirmeyi başarmıştır.
KAYNAKÇA
Altun, Fahrettin, (2005)Modernleşme Kuramı, Küre Yay. İstanbul
Küçük , Mehmet, (Derleyen), (1994), Modernite Versus Postmodernite, Vadi Yay. Ankara
Şaylan, Gencay, (2009), Postmodernizm, İmge Kitabevi, İstanbul
Tüzer, Abdullatif, (2015), Postmodernizm ve Tanrı’nın Ölümü: Öznenin Arkeolojisi Üzerine Bir Deneme, Milel ve Nihal Dergisi, C.12, S.2
Tüzer, Abdullatif, (2015), Tanrıyı Oynamak: Kant Etiğinin Kritiği, Beytülhikme Dergisi, C.5, S.2
Lyon, David (2011), Din ve Postmodern: Eski Problemler, Yeni İhtimaller, (çev: Mustafa Tekin), Bilimname Dergisi, C.20, S.1
Perşembe, Erkan, (2003), Modernlik Ve Postmoderlikte Din Problemi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.14-15.
Aslan, seyfettin ve Yılmaz, abdullah, Modernizme Bir Başkaldırı Projesi Olarak Postmodernizm, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, C.2 S.2
[1] Seyfettin Aslan – Abdullah Yılmaz, Modernizme Bir Başkaldırı Projesi Olarak Postmodernizm, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:2 sayı:2, s. 95
[2] Erkan Perşembe, Modenlik ve Postmodernlikte Din Problemi, s. 161
[3] Metin Bal, Heidegger Düşüncesinde Teknoloji Hapishanesi ve Şiirsel Konaklama, Biblotech 11/ s. 49
[4] Mehmet Küçük (Derleyen), Modernite Versus Postmodernite, Vadi Yay. Ankara, s. 16
[5] Abdullatif Tüzer, Postmodernizm ve Tanrı’nın Ölümü: Öznenin Arkeolojisi Üzerine Bir Deneme, Milel ve Nihal Dergisi, C.12, s.2, s.
[6] Abdullatif Tüzer, “Tanrıyı Oynamak: Kant Etiğinin Kritiği” Beytülhikme Dergisi, 5/2. s.144.
[7] Fahrettin Altun, Modernleşme Kuramı, Küre Yay. İstanbul, s. 11
[8] Fahrettin Altun, a.g.e, s. 11
[9] Fahrettin Altun, a.g.e, s. 11
[10] Erkan Perşembe, a.g.e, s. 163
[11] Erkan Perşembe, a.g.m, s. 163
[12] Erkan Perşembe, a.g.m, s. 164
[13] Erkan Perşembe, a.g.m, s. 164
[14] Seyfettin Aslan – Abdullah Yılmaz, a.g.m. s.101.
[15] Erkan Perşembe, a.g.m. s.166.
[16] Gencay Şaylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, İstanbul, s.33.
[17] Abdullatif Tüzer, Postmodernizm ve Tanrı’nın Ölümü: Öznenin Arkeolojisi Üzerine Bir Deneme, Milel ve Nihal Dergisi, C.12, s.2, s.
[18] Gencay Şaylan, a.g.e. s.34.
[19] Seyfettin Aslan – Abdullah Yılmaz, a.g.m. s.98-99.
[20] Seyfettin Aslan – Abdullah Yılmaz, a.g.m. s.99.
[21] Seyfettin Aslan – Abdullah Yılmaz, a.g.m. s99.
[22] Erkan Perşembe, a.g.m. s.170
[23] Erkan Perşembe, a.g.m. s.171
[24] David Lyon, “ Din ve Postmodern: Eski Problemler, Yeni İhtimaller”(çev: Mustafa Tekin), Bilimname dergisi, 20/1, s.218.
[25] Erkan Perşembe, a.g.m. s.171
[26] Erkan Perşembe, a.g.m. s.172
[27] Erkan Perşembe, a.g.m. s.173
[28] Gellner’dan aktaran Erkan Perşembe, a.g.m. s.173
[29] Peter Berger’den aktaran Erkan Perşembe, a.g.m. s.173
[30] Mehmet Küçük, a.g.e, s. 23
[31] Erkan Perşembe, a.g.m. s.176
[32] David Lyon, a.g.m. s.222.
[33] David Lyon, a.g.m. s.222.
[34] David Lyon, a.g.m. s.225.
[35] Erkan Perşembe, a.g.m. s.174.
ÖZE DÖNÜŞ DERGİSİ SAYI 8