• BIST 8876.22
  • Altın 2928.215
  • Dolar 34.2375
  • Euro 37.4474
  • İstanbul 17 °C
  • Ankara 22 °C
  • Van 16 °C

İslamî Mezhepler Arasında Takrip Mefhumu… Deneyim, Gelişim ve Anlam

Tercüme

(Bu makale, 2011 yılında Tahran’da düzenlenen 24. Uluslararası İslam Birliği Konferansında sunulan bir tebliğdir. Öze Dönüş Dergisi tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.)

 

1244608761.jpg

Zekî el-Mîlâd

(Suudi Arabistan’da Yayınlanan el-Kelime Dergisinin Yazı İşleri Sorumlusu)

Takrip mefhumu, olmazsa olmaz kabilinden olan iki unsurdan oluşmaktadır. Onlar; uzaklaşmanın yok edilmesi ve yakınlaşmanın meydana getirilmesi. Birinci unsurun olumsuz bir boyutu vardır. Bu yüzden İslami mezhepler ve tabileri arasındaki uzaklaşmanın tüm şekilleri ve cehalet, taassup, aşırılık, ilişkiyi koparma ve içine kapanma gibi uzaklaşma yolundaki her şey ile bütün şekil ve versiyonlarıyla bu uzaklaşmaya götüren her ne varsa izale edilmesiyle ilintilidir.

İkinci unsurun ise olumlu bir boyutu vardır. Bu yüzden, İslami mezhepler ve tabileri arasında yakınlaşmanın tüm şekilleri, tanışma, müsmaha, ilişkide olma, açık olma ve kalplerin ısındırılması gibi yakınlaşma yolundaki her şey ile bütün şekil ve versiyonlarıyla yakınlaşmaya götüren her ne varsa meydana getirilmesiyle ilintilidir.

-1-

Takrip Mefhumu Kuşku Dairesinde

Takrip mefhumu bugün, İslami mezhepler arasındaki ilişkiler alanına değinen bir mefhum olma niteliğinden ötürü etrafındaki kuşku dalgası bugün güçlenmektedir. İlk defa bu dalganın süreci kuşku açısından yükseliş arz etmektedir. Bu yönüyle, bu yaratıcı mefhum kuşatılmak, boğulmak, kendisinden fazileti ve değeri alınmak ve itham ve sorgu dairesine alınmak üzeredir.

Kuşkusuz şüpheye dayanan bu dalganın bugün şiddetlenmesi ve artış sürecinde olması, Müslüman toplumların kendisinde müşahede ettiğimiz ve güçlü bir şekilde ortaya çıkan mezhepsel sorunun ya da mezhep fitnesinin patlaması diye adlandırılabilecek olan krizsel durumlar ve şartlardan etkilenerek meydana gelmektedir.

Modern İslam tarihinde ilk defa, özellikle 20. Yüzyılın başlarından bu yana mezkûr sorun, ümmetin bütün akil ve hikmet sahibi insanlarını ve tüm aydın ve ıslahatçılarını telaşa düşüren bu derecede, korkutucu ve endişe verici bu genişlikte zuhur etmektedir.

Bu kuşkulandırmalara bakıldığında onlardan, derece ve güçlülük açısından, arkaplan, sebebiyetler ve bakış açıları açısından değişen üç tip üzerinde durulabilir. O tipler şunlardır:

Evvelen: Bu grupta yer alanlara göre takrip mefhumu, 20. Yüzyılın kırklı yıllarında deklare edilmesinden bu güne kadar şüpheli ve bulanık bir kavramdır. Bu yüzden içeriğine sahip çıkmak, kimliği ve mahiyeti üzerine ittifak sağlamak güçleşmektedir. Bu şüpheden ötürü, takrip çalışmalarına girişenlerce bu mefhumun beyanı ve açıklaması yapıldığında ön plana çıkan, çekimser söylemlerdir.

Bu kadarı, bu mefhumun belirlenmesi, içeriğinin zapt edilmesi ve üzerinde ittifak sağlanması için yeterli değildir.  Bu mefhumun şüpheli ve bulanık kalmış olması, içeriğinin sahada ve Müslümanlar arasında fiili olarak gerçekleşmemesine yol açan sebeplerden biridir. (1)

Saniyen:Diğer bir yaklaşım ise; ümmetin genel durumlarının her alanda tamamen değiştiği ve içinden daha çıkılmaz bir hal aldığı bir vakitte,takrip mefhumunun bizi geriye götüren, gerileten bir mefhum olduğunu ve hep arkaya, özellikle de Dârü’t-Takrib’in 20. Asrın kırklı yıllarındaki tecrübesine odaklanmamıza yol açtığını savunan yaklaşımdır.

Müslümanların sahasında, bazı durumlarda ve bazı toplumlarda savaş durumuna götüren son derece tehlikeli sorun ve krizler ortaya çıktı. İlk defa, tüm İslam tarihinde meydana gelmemiş olan Müslümanlar arasında dinsel savaşların ortaya çıkma tehdidi hâsıl oldu.

Diğer taraftan, Yirminci Yüzyıldan Yirmi Birinci Yüzyıla geçmemizin yanısıra, globalizm, bilişim devrimi çağı ile medya ağları ve iletişim teknolojisindeki baş döndürücü gelişmelerin gölgesinde dünyanın çehresi değişti. Bu durum karşısında bu görüşte olanlar için, takrip mefhumunun dışında, daha kuşatıcı ve ümmet ile dünyanın yaşadığı gelişmeler ve durumlara cevap verebilen başka bir mefhumu arama gereksinimioluştu. Bu çerçevede, Takrip mefhumuna alternatif olarak Müslümanlar arasında kardeşlik mefhumuna çağıranlar oldu. Başka bir mefhuma çağıranların olasılığı da vardır.

Salisen:Bir diğer yaklaşım, çekincelerini ortaya koyan, kimi zaman ise itiraz eden, takrip mefhumu yerine birlikte yaşam mefhumunu uygun gören kimselerdir. Bu duruş, takrip mefhumunun fikirsel, mezhepsel ve kelamsal (akidesel) alanlarla ilintili olduğu arka planına dayanmaktadır ki bu, mümkün değildir. Ancak birlikte yaşam mefhumu, toplumsal boyut ve toplum barışıyla ilintili olduğundan tahakkuku mümkündür. Bu açıdan da bir zarurettir.

Bu yaklaşım, takrip işinden uzak olanların sahasında netleşti. Bu kimseler, İslami mezhepler arasında bu türden bir ilişkiyle ilgili çekincelerini ortaya koyuyorlardı ve bu ilişkinin daha ileri düzeylere varmasını arzu etmiyorlardı. Kendi bakış açılarına göre birlikte yaşam mefhumunda belirlenecek olan ilişkinin en düşük düzeyde tutulmasını istiyorlardı.

Bununla ilgili meydana gelen değişim, bu yaklaşımı savunanlar sabiken, takribe alternatif ve fikirsel yaklaşımlarıyla uyumlu herhangi bir mefhum oluşturmadıkları halde takrip mefhumuna çekimser kalıyor, itiraz ediyor ve kuşku uyandırıyorlardı. Bugün ise, birlikte yaşam mefhumuyla ilgili bu derece konuşuyor olmaları, düşünsel duruşları açısından bir gelişme sayılır.

Bu yaklaşım, öyle görünüyor ki kuşkuyu tetikleyen türler arasında üzerinde durulması gereken en bariz yaklaşımdır. Takrip mefhumunun tavizler vermeyi gerektirdiğinden hareketle, takrip alanının dışından ve takripten psikolojik ve düşünsel olarak uzak olanların ortaya attıkları ve daha önce tartışmaları yapılan başka türler de vardır. İşte bu yüzden gerek Sünni ve gerekse Şii cenahından bu kimseler mantıklarınca bunu reddediyorlar. Diğer taraftan Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki ihtilafın füru‘ta değil usulde olduğu düşüncesinden hareketle bir takrip meydana gelemez iddiasındadırlar. Hâlbuki takrip, ihtilafın usulî bir ihtilaf değil, füru‘î bir ihtilaf olduğu iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Bunların dışında takrip sahasının dışından gelen başka itirazlar da yapılmaktadır.

-2-

Takrip Mefhumu… Birikim ve Tecrübe

Bu kuşku ve iddiaların tartışılabilmesi için takrip mefhumunun bir boşluktan oluşmadığı, öylesine, durağan, işlevsiz ve tarihi geçmişi olmayan bir mefhum olmadığını mutlaka bilmek gerekiyor. Aynı zamanda sadece dil sözlüklerinde yer alan soyut dilsel bir mefhum ve sadece zihin dünyasında yer alan mücerret zihinsel bir mefhum olmadığı da bilinmelidir. Bunu, takrip mefhumuyla alışverişi olan ve ona yaklaşan herkes bilir. Bu mefhumu şüpheli kılmaya çalışan ve onunla ilgili çekimser davrananlar bile…

Bilinen o ki, hakkında konuştuğumuz bu işle ilgili takrip mefhumu, canlı ve zengin bir tecrübeyle irtibatlı bir arka planın ve yarım asra varan bir ömrün bir sonucu olarak var oldu. O, Kahire’de bulunan ve kırklı yılların ikinci yarısında ilan edilen İslamî Mezhepler Arasını Yakınlaştırma Yuvası’dır (دار التقريب بين المذاهب الإسلامية). 20. Asrın yetmişli yıllarının başına kadar aktif olarak devam etti.

Bu deneyim, pek çok açıdan İslamî mezhepler arasındaki ilişkilerin düzelmesi, ıslahı ve geliştirilmesi alanında Yirminci Yüzyıldaki en önemli deneyimdir. Kendi döneminde atlanması, öylesine geçiştirilmesi ve umursanmaması asla mümkün olmayan tarihi bir olayı ortaya koydu. İslamî mezhepler arasındaki ilişkilerin gelişmesi cihetiyle çağdaş İslamî düşünce alanıyla ilgili tarihin içinde yer edinmiştir.

Bu deneyim içerikten mahrum, boş, şekilsel ve salt bir olay, soyut olarak ortaya çıkan, süratle kaybolan ve unutulan bir olay olmadığı gibi, bir eseri ve tesiri olmayan sıradan bir olay da değildi. Bilakis, düşünsel, ilmi, dini ve ahlaki alışverişi ortaya çıkaran son derece önemli bir deneyimdi. Ki bu,Müslümanlar ve İslami mezhepler arasında birlik, anlayış ve kalplerin birbirine ısınması alanında çağdaş İslami düşüncenin en parlak ve en verimli tekliflerdendir.

Bu teklif, Dârü’t-Takrib’in lisan-ı hali olan Risâletü’l-İslam Dergisinde varlığını ortaya koymaktadır. Bu dergi, 1949 yılında yayın hayatına başladı ve 20 yıldan daha fazla yayını sürdü. 60 sayı çıkardıktan sonra, 1972 yılında yayını tamamen durdu. Derginin idaresini, Dârü’t-Takrip ile ilişkileri olan Mısırlı üç bilinen isim yaptı. Onlar Şeyh Abdülaziz İsa, Dr. Muhammed muhammed el-Medenî ve Üstad es-Seyyid el-Cündi’dir.

(Bu ümmetiniz tek bir ümmettir ve ben de rabbinizim, öyleyse bana ibadet edin) (2) ayetini şiar edinen bu dergiye dikkat edenler, mezhepler arasındaki takrip alanında, modern İslam tarihi boyunca kendisine müracaat edilebilecek en pak, en nezih, en iyi kültürel miras olduğunu görecektir. O, yakınlaşma, anlayış ve kalplerin ısınması ile her türlü uzaklaşma, taassup ve parçalanmayı bertaraf eden ruhuna yönelik dopdolu söyleminde var olan seviye dehşete düşürmektedir. Bu da, çağdaş İslami düşüncenin başvurma, ilham alma, ilişkide olma ve üzerine bina etme konusunda ihtiyaç duyduğu kültürel bir miras ve söylemdir.

Bu söylem açısından… Bir de şahıslar açısından olaya bakmak gerekiyor. Darü’t-Takrib deneyimi, dönemlerinde ümmetin en seçkin âlimleri olan kimselerle irtibatlıdır. Onlardan dört tanesi sırasıyla Ezher şeyhliğini yapmışlardır. Onlar; Şeyh Muhammed Mustafa el-Mürâğî, Şeyh Mustafa Abdürrezzak, Şeyh Abdülmecid Selim ve Şeyh Mahmud Şeltut’tur.

Bunların yanı sıra; Şeyh Abdüaziz İsa, Şeyh Hasan el-Benna, Şeyh Muhammed Ebu Zehra, Şeyh Ahmed Hasan el-Bâkûrî, Şeyh Muhammed el-Gazâlî, Şeyh Muhmmed AbdüllatifDiraz, Şeyh Abdülvahhab Hallaf, Şeyh Muhammed Muhammed el-Medenî, Üstat Muhammed Ali Alûbe Paşa, Filistin’den Şeyh Emin el-Hüseynî, İran’dan Şeyh Muhammed Takî el-Kûmî, Irak’tan Şeyh Muhammed Hüseyin Kaşifü’l-Ğita, Seyyid Abdülmuhsin Şerefüddin, Şeyh Habîb Âl-i İbrahim, Lübnan’dan Şeyh Muhammed Cevad Müğniye ve başka âlimlerdir.

Bu kişiler arasında benzerine az rastlanır üst düzeyde anlayış, kalbi sıcaklık ve sevgi vardı. Bu, pek çok durum ve şekillerde tezahür etti. Bu şekillerden biri Şeyh Mahmut Şeltut’’un, Dârü’t-Takrip’te devam ede gelen toplantılar hakkında konuşurken, o toplantıları şu şekilde nitelendiriyor: (Mısırlı İranlı, Lübnanlı, Iraklı, Pakistanlı ile oturuyor, Orada edep, tasavvuf, fıkıh; ama bütün bunlarla birlikte kardeşlik ruhu, dostluk ve muhabbetin tadı, talim ve irfanın dostluğu var.) (3)

Şeyh Muhammed Takî el-Kûmî, Dârü’t-Takrib’teki ilk toplantıyı, kuruluşundan 13 yıl sonra zikrederken şunu diyor: (Bu neviden İslam’daki ilk toplantıydı. Ehl-i Sünnet ve Şia’dan âlimler aynı sofra etrafında, âlimlerin olgunluğuyla oturdular. Yüzlerinde mücahitlerin azimeti vardı. Bakış açılarını, parçalanma hastalığının tedavisi için İslam’ın mesajı ve değerleri doğrultusunda değiştirdiler. Bu işleriyle, yüce İslam tarihinin bölümlerinden bir bölüm yazdılar.(4).

Bu tabloların en etkili olanlarından biri, Şeyh Muhammed Takî el-Kûmî’nin yaşamında varit olan şu olaydır: Risâletü’l-İslam Dergisinin Yazı İşleri Müdürü ve Ezher’in Şeriat Fakültesi Dekanı Dr. Muhammed Muhammed el-Medenî’nin Kuveyt’te tehlikeli bir trafik kazası geçirmesi ve hastaneye kaldırılması üzerine Şeyh Kûmî’den şöyle dediği nakledilir: (Kaza haberi bana ulaştığında dünyanın dertleri kalbime toplandı. Gidip Allah-u Teâla’ya yalvararak ona şifa vermesi için dua ettim. Gece bastırınca seccademi serdim; oturup Allah’a yalvararak benim hayatımı Şeyh el-Medenî’nin hayatına feda etmesi ve onun yerine benim hayatımı alması için yalvardım. Çünkü o, İslam ve takrip için benden daha faydalıdır. Ancak Allah-u Teâla, Şeyh el-Medenî’in ruhunu almayı ve rahmetine mücavir kılmayı diledi.) (5).

Bu boyutla ilgili vardığımız sonuç; takrip mefhumunun zengin bir deneyimin birikimine dayanan, pek çok fikir ve anlayışın, program ve nazariyenin, deneyim ve çalışmanın bir araya gelip iç içe girdiği bir mefhum olduğudur. Bu yüzden denebilir ki takrip mefhumu, mekân ve zamanda uzanan teorik ve pratik bir deneyimden geçmiş, Dârü’t-Takrip’le ilişkisi olmuş pek çok çevre ve topluma varmıştır.

-3-

İslam Birliği’nden Mezhepler Arası Takrib’e

19. Asrın ikinci yarısı ile 20. Asrın birinci yarısında, Müslümanların birliğiyle alakalı iki mefhum Müslümanların gündeminde zuhur etti. Onlar: 19. Asrın ikinci yarısındaki en bariz mefhum olan İslam Birliği(الجامعة الإسلامية)mefhumu ile 20. Asrın ilk yarısındaki en bariz mefhum olan Mezhepler Arası Takrip mefhumudur.

Bu iki mefhum mana, yapı ve siyak açısından değerlendirildiğinde, aşağıdaki farklılıkları belirlemek mümkündür:

Birincisi: İslam Birliği mefhumu Osmanlı Hilafet Devleti aşamasıyla irtibatlıyken, Takrip mefhumu Osmanlı Hilafet Devletinin dağılması ve bugün Arap ve İslam Âleminde egemen olan yeni parçalı devletlerin meydana gelmesinden sonraki aşamayla alakalıdır.

İkincisi: İslam Birliği mefhumu, devletin bakış açısıyla ümmete bakıyordu. Devletten kasıt da Osmanlı Hilafet Devletidir. Amaç, bu devleti himaye etmek ve Müslümanların birliğini sağlayan bir devlet olmasından ötürü bu devletin birliğini korumaktır.

Takrip mefhumu ise ümmete mezhep bakış açısıyla bakmakta, mezhepler arası takribi sağlamak ve bu mezheplerin etba‘ı arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi amacıyla var olmaktaydı.

Üçüncüsü:İslam Birliği mefhumu, Osmanlı Hilafet Devletini dağıtmayı, egemen olmak ve servetlerine tahakküm etmek için İslam Âleminin varlığını parçalamayı hedef edinen Avrupa’nın tehdidinde tam anlamıyla temsil edilen tamamen dış tehdide bakarken; Takrip mefhumu, Müslümanların mezheplerinin etba‘ı arasında uyanan taassup, parçalanma ve birbirinden uzaklaşma sorunlarında tam anlamıyla temsil edilen dâhili tehdide tamamen bakmaktadır. 

Dördüncüsü: Tarihsel olarak Osmanlı Hilafet Devletinin dağılması ve İslam Birliği mefhumunun kendisiyle irtibatlı olduğu, bu mefhumun muharriki ve onun ruhunu temsil eden Seyyid Cemalettin Afganî’nin gıyabından sonra, Müslümanlar arası ilişkiler alanında Takrip mefhumu, İslam Birliği mefhumunun yerine geçti. Yani; İslam Birliği mefhumundan sonra en geniş şöhreti kazanan mefhum, Takrip mefhumudur. Diğer taraftan Takrip mefhumu, İslam Birliği mefhumunun bir uzantısı ve İslam Birliği mefhumunun ifade ettiği düşünce ve ıslah yönteminin bir devamı olarak çıktı.

Şeyh Muhammed Takî el-Kûmî 1938’de Kahire’ye ilk defa vardığında veMuhammed Abduh’un talebeleri ya da ondan etkilenen ve onun fikirsel mektebine bağlı olan o dönemdeki Ezher uleması ile iletişime girdiğinde, sanki o, bu adımla daha önce Afganî’nin başlattığı rolü geri getirmek ve tamamlamak istiyordu.Hicri 1286 yılında Kahire’ye ilk vardığında, daha sonraları İslam Birliği okulu olarak tanınan ıslah hareketinin çıkış noktası olan Muhammed Abduh ve Ezher ulemasıyla iletişime girdi.

Bu tarihi anı, Şeyh el-Kumî’nin idrakinden uzak ya da kayıp değildi. Çünkü bu, ümmetin birliğini savunma ve Müslümanlar arasındaki her türlü taassup, parçalanma uzaklaşmayı def etme yolunu seçenlerin çoğu ya da tümünün hafızasının arka planındaAfganî, İslam Âleminin modern tarihinde ümmetin birliğini en çok savunan ıslahatçılardan biri olma sıfatıyla bu sembollerden bir sembol olmasına mebnidir.Afganî, İslam Birliğini kendi ıslah hareketi için bir söylem, bir yöntem ve bir yol edindi.

Şeyh Kumî’nin idrakindeki bu tarihi anıya, el-Kumî ile Afganî’nin adımları arasında benzerlik gören Lübnanlı tarihçi Şeyh Cafer el-Muhacir de işaret etmektedir. Şeyh Kumî, Mısır’a gitmeden önce ve Afganî’nin Irak’ın Necef kentine gitmesinden önce Lübnan’a ulaşıp, Arapçayı daha güzel konuşmak için 1936’dan 1938’e kadar iki yıl burada kaldı. İslamî ve Arapça ilimleri daha fazla kesp etmek maksadıyla… (6).

Bu boyuttan çıkarabileceğimiz sonuç şudur: Takrip, önemini ve değerini ortaya koyan, boyutlarını ve uzantılarını keşfeden, delalet ettiği doğal alanına dikkatleri çeken tarihi bir deneyim ve tarihsel bir sürece dayanan bir mefhumdur. Salt hareketsiz, donuk bir mefhum olmadığı gibi, tarihi ve tarihsel bir süreci olmayan havada asılı bir mefhum da değildir. Dolayısıyla bu mefhumu tanıma, tarihi sürecinden uzak bir şekilde yapılmamalıdır.

-4-

Takrip Mefhumu… Beka ve Süreklilik

Takrip mefhumu, 20. Asrın kırklı yıllarındaki çıkışından bu yana bekasını ve sebatını muhafaza etmiş, tedavül sahasına girmiş ve orayı terk etmemiştir, İslami birlik konusunda en bariz mefhumlardan biri olmuş, ıslahatçıların ona sarıldığı, aydınların ona çağırdığı, ona sarılanların dillerinden düşürmediği, gönüllerinin onun için çarptığı mefhumlardan biri olmuştur.

1990 yılında Tahran’da,İslami Mezhepler Arasında Takrip İçin Uluslarası Kurum’un tesisinin ilan edilmesi, bu düşüncenin yeniden canlanmasını sağlamıştır. Kahire’deki takrip cemaatinin ruhundan alınan en büyük ilhamı temsil eden bu kurum, kendisini onun bir uzantısı, düşüncesinin ihyacısı, mesajının tamamlayıcısı, yolunun yolcusu ve kurucularının yücelticisi olarak görmektedir.

Bu baptan, bu UluslarasıKurumun kurucuları, bu adımı atmadan önce, 20. Asırda takrip düşüncesinin öncüsü sayılan Şeyh Muhammed Takî el-Kumî’ye danışmanın edep ve ahlak açısından bir gereklilik olduğunu gördüler. Şeyh el-Kumî ile daima iletişim halinde olan Seyyid Hadî Hasruşahî’nin rivayetine göre kendisi bu adımı hoş karşıladı ve cesaret verdi.

Seyyid Hasruşahî buna ilaveten, Şeyh el-Kumî’ye istişare edilerek ve ona dönülerek taltif edilmesi, takrip yolunda ona yeniden harekete geçmesini sağlayan bir canlılık ve aktiflik kazandırdığını eklemektedir. Öyle ki, Dârü’t-Takrib’in çalışmalarına yeniden başlamak için Kahire’ye dönmeyi bile düşündü. Ancak 1990 yılında Paris caddelerinde geçirdiği elim trafik kazası sonucu vefat etmesi buna mani oldu.(7).

İslami Mezhepler Arasında Takrip İçin Uluslararası Kurum, bugün İslam Âlemi düzeyinde takrip işleriyle uğraşan en büyük İslami kuruluş sayılmaktadır. Kendisinde pek çok kuruluş ve etkinlik barındırmaktadır. Onlardan biri, 1991 yılında Kum kentinde kurulan ve pek çok kitap ve tahkik çalışmaları yayımlayan İlmi Çalışmalar ve Tahkikatlar Merkezidir.  Ayrıca bu kuruma bağlı olarak 1992 yılında Tahran’da kurulan İslami Mezhepler Üniversitesi adında ilmi bir üniversite de bulunmaktadır. Bünyesinde üç fakülte bulunmaktadır: Fıkıh ve Hukuk Fakültesi, Kuran ve Hadis İlimleri Fakültesi ve Kelam, Felsefe ve Dinler Fakültesi. Bu üniversitede, İslam Kongresi Teşkilatınca kabul edilen bütün mezheplere göre eğitim verilmektedir. 

Bu kurum tarafından iki ayda bir Risaletü’t-Takrib(رسالة التقريب) adıyla mütehassıs bir dergi yayınlanmakta, her yıl Tahran’da uluslararası bir kongre düzenlenmektedir. Ayrıca diğer pek çok etkinlik yapılmaktadır.

Bugün takrip düşüncesini destekleyen unsur, ümmet içinde bu düşünceye güçlü bir inançla bağlı olan, onu savunan, ona sarılan geniş bir akımın bulunmasıdır. İslam Âleminin coğrafyasına uzanan bu akım, kültürel, dini, akademik, toplumsal, medyasal, siyasal, iktisadi ve diğer başka alanlardan pek çok seçkin uzmanlar içermektedir. Bu akım, kitap, röportaj, sempozyum, forum şeklinde ve değişik araçlarla ve muhtelif dillerdeki etkinlik ve faaliyetlerden oluşan geniş bir ağ aracılığıyla kendisini ifade etmektedir.

Bu boyuttan çıkarabileceğimiz sonuç şudur: Takrip düşüncesi bekasını ve devamlılığını korumuştur. Karşılaştığı pek çok zorluk, meydan okuma ve çileye rağmen durmamış, kesintiye uğramamış, dağılmamış, yok olmamıştır. Parıltısını ve cazibesini yitirmemiş, meşalesi ve ışığı sönmemiştir. Bu da gösteriyor ki bu düşüncenin bekası, sebatı ve devamlılığı, ondan beka iradesi olan canlı bir fikir ortaya çıkarmıştır.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Öze Dönüş | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : Van Öze Dönüş Der Tlf: 432 212 10 18 | Haber Scripti: CM Bilişim